Seyir Defteri XI
• New York’ta Beş Minare
Mahsun Kırmızıgül ilk filmi Beyaz Melek’le beğenimi kazanmıştı. Daha önce Türk sinemasında üzerinde durulmayan bir konuyu, huzurevlerini gündeme getirmişti. Seçtiği oyuncu kadrosunun da kalitesiyle iyi bir filme imza atmıştı. Daha sonra çektiği Güneşi Gördüm’de de yer yer önemli saptamalarda bulunmuş, fakat birden fazla temaya değinme isteği nedeniyle filmde bir bütünlük oluşturamamış, izleyiciyi tam olarak etkileyememişti.
New York’ta Beş Minare’yi izlemeye giderken şüphelerim vardı. Yine tam olarak bütünlüğü sağlayamayacağından, diyalogları yetersiz tutacağından ve iyi bir kadro oluşturduğu halde anlatmak istediği şeyi anlatamayacağından korkuyordum ki filmi izleyince bu korkumda haksız olmadığımı fark ettim. Kullandığı ileri teknolojiye rağmen, Hollywood desteğine, önemli oyunculara rağmen şimdiye kadar çektiği en yetersiz filmdi New York’ta Beş Minare.
Yer yer önemli sahnelere imza atsa da bu film, bende bir daha izleme isteği uyandırmayacaktır.
• Prensesin Uykusu
Çağan Irmak sinemasının ayrı bir tadı var benim için. Ne çekse keyifle izliyorum. Mustafa Hakkında Her Şey, Babam ve Oğlum, Issız Adam gibi filmleri şimdiden benim için klasik haline geldi ve her birini defalarca izledim.
Prensesin Uykusu da diğer filmlerinde olduğu gibi yalnız ve dışlanmış insan motifleri üzerine kurulmuş. Doğuştan gelen gülmeye eğilimli bir yüze sahip olan, çocuk esirgeme kurumunda yetişmiş ve okumaya meraklı bir kütüphane görevlisiyle, evlendiği adamla bir türlü uyum sağlayamamış ve kızını alıp kaçmak zorunda kalmış bir kadın arasında yaşanan elektriğe dayanan konu beni etkilemeyi başardı.
Küçük kızın uykusunu ana merkeze oturtan filmde daha önce Türk sinemasında hiç denenmeyen animasyon desteğiyle büyük bir fark oluşturmayı yine başarmış Çağan Irmak.
Her ne kadar Mustafa Hakkında Her Şey, Issız Adam, Babam ve Oğlum kadar sağlam bir altyapıya sahip olmasa da Türk sineması açısından çok farklı bir etkiyle yenilikler sunuyor sinemaseverlere.
• Dünyalı
Daha önce izlediğimde de beni büyük bir meraka sevk eden filmlerden biri Dünyalı. O nedenle tekrardan izleme ihtiyacı hissettim. İkinci kere izlediğimde daha da büyük bir etki oluşturdu bende.
Bir odada geçen, çok büyük bir bütçeyle çekilmeyen fakat ana temasını felsefe üzerine inşa eden film insana birçok soru sorduruyor. Merak ettiriyor ve insanın kafasını karıştırıyor. 13000 yıldır yaşayan ve hiç yaşlanmayan bir adamın dünya tarihindeki birçok efsanenin ve mitolojinin yanlış bilinirliğini akademisyen arkadaşlarına anlatmaya başlaması ve etrafındaki bilim insanlarının her sorusuna verilecek bir cevabının olması…
Özellikle ciddi bir Hıristiyanlık eleştirisi getiren film felsefeye meraklı insanların ilgisini çekecektir.
• Av Mevsimi
Türk sinemasının en büyük eksiklerinden biri de polisiye. Daha önce birkaç kez denenmesine rağmen ciddi bir işle karşılaşmadık şimdiye kadar. En son Ejder Kapanı biraz olsun tutarlı bir iş çıkarıyor demek üzereydik ki filmin finalindeki mantık ihlalleri bizi hayal kırıklığına uğrattı.
Fakat Av Mevsimi bu konudaki eksiği kapatacak türde iyi bir altyapıyla çekilmiş. Gerek Yavuz Turgul’un yönetmenlikteki başarısı, gerekse Şener Şen ve Cem Yılmaz’ın başroldeki, Çetin Tekindor’un yardımcı oyunculuktaki ustalıkları filmin kalitesine kalite katmış.
Tuna BAŞAR