Haziran 2012

2016 Yılında İzlemeyi Planladığım Filmler 2016 Yılında Okumayı Planladığım Kitaplar Adalet Ağaoğlu Adam Yayınları Aforizma Ahmet Altan Ahmet Say Akbank Caz Festivali Aklımda Kalanlar Alberto Giacometti Alejandro González Iñárritu Alexandre Cabanel Alıntı Alıntıladıklarım Alıştırmalar Altın Koza Film Festivali Anatole France Antoloji Ara Güler Arkas Sanat Merkezi Aspendos Opera ve Bale Festivali Ataol Behramoğlu Ayfer Tunç Aziz Nesin Bach Berlin Film Festivali Beyoğlu Sahaf Festivali Bilge Karasu Bilgi Yayınevi Birhan Keskin Boticelli Botticelli Caddebostan Kültür Merkezi Can Yayınları Candan Erçetin Cemal Süreya Claude Monet Çağan Irmak Çevrimdışı İstanbul Dağlarca Şiir Ödülü Değinmeler Deneme Dergi Devlet Tiyatroları Diego Velázquez Dinlediklerim Düşbükeyler Edebiyat Edgar Degas Edirne Kitap Fuarı Edward Munch Eleştiri Elias Canetti Emin Alper Enis Batur Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi Erzurum Eylül'e Mektuplar F. Scott Fitzgerald Fazıl Hüsnü Dağlarca Felsefe Ferit Edgü Film Filmekimi Fotoblog G. Cabrera Infante Galeri Gece Gece Edebiyat Gezi Giorgione Goethe Goya Gustav Klimt Gülten Akın Gündemdekiler Günler Günlük Günlükler Günün Şarkısı Haber Halikarnas Balıkçısı Hayat Notları Heykel Hilmi Yavuz Italo Calvino İçebakan İdil Biret İstanbul Bienali İstanbul Kitap Fuarı İstanbul Kukla Festivali İstanbul Modern İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali İş Bankası Kültür Yayınları İş Sanat İzlediklerim İzlek İzmir Avrupa Caz Festivali İzmir Sanat James Joyce Jan van Eyck Jean Auguste Dominique Ingres Johannes Vermeer John William Waterhouse Karalama Defteri Kırıntılar Kırmızı Kedi Yayınevi Kısa Metinler Kim Ki-duk Kitap Kitap Eleştirileri Kurşun Kalem Dergisi küçük İskender Kültür-Sanat Kürşat Başar Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi Listelediklerim Luc Besson Malraux Man Booker Ödülü Manet Marc Chagall Marguerite Duras Marlon James Matisse Mektup Melih Cevdet Anday Memet Fuat Metin Uca Metis Yayınları Mırıldandıklarım Michelangelo Milan Kundera Murathan Mungan Mühür Dergisi Müzik Nâzım Hikmet Nobel Edebiyat Ödülü Not Defteri Notos Nuri Bilge Ceylan Nuri İyem Oğuz Atay Okuduklarım Okuma Defteri Okuma Günlüğü Okuma Şenliği Onat Kutlar Opera Opus Amadeus Oda Müziği Festivali Orhan Pamuk Oscar Ödülleri Ödül Öğrendiklerim Ömer Kavur Önerdiklerim Öneri Öykü Özdemir Asaf Özlü Söz Paul Cézanne Paul Klee Penguen Kolu/Kanadı Pera Müzesi Picasso Plan Proje Quentin Tarantino Refik Durbaş Rembrandt Remzi Kitabevi Resim Resim Defteri Roman Rota Sabancı Müzesi Sait Faik Abasıyanık Salâh Birsel Sanat Sayıklamalar Seçtiklerim Sel Yayıncılık Selçuk Altun Selim İleri Sempozyum Seyir Defteri Sezen Aksu Sıla Sinema Söyleşi Sözcükler Sözünü Sakınmadan Stanley Kubrick Stefan Zweig Süreyya Operası Svetlana Aleksiyeviç Şiir Şiir Düşü Şiirler Tiyatro Tiziano Vecellio Tomris Uyar Ukde Van Gogh Varlık Dergisi Venedik Film Festivali Venüs Veysel Çolak Videolar Viktor Hugo William-Adolphe Bouguereau Yaşar Kemal Yavuz Turgul Yazar Yazı Masası Yazılar Yekta Kopan YKY Yön Yayınları Yusuf Atılgan Yücel Müştekin Zeki Demirkubuz

03:22:00 , ,

18 Haziran 2012
Pazartesi

Bazen çok yoğun okuma dönemlerinin içine girer insan. Her anını okuyarak geçirmek ister ve böyle dönemlerde elinin altında birden fazla kitap olur. Tıpkı benim şuan yaptığım gibi. Üç kitabı aynı anda okumaya çalışıyorum: Enis BaturTilki”, Cemal SüreyaÜstü Kalsın” ve Ayfer TunçEvvelotel”.
Bir yandan Enis Batur’un fotoğraf eksenli denemelerini okuyup Cemal Süreya şiirlerinden bir seçkinin içinde şiirin ritmine eşlik ediyorum, bir yandan da Ayfer Tunç’un çift katmanlı öyküleri arasında kendimi öykünün kollarına bırakıyorum.
Aslında bu durumu çok seviyorum. Sanki zihnim de bu sayede çok daha yoğun bir şekilde çalışıyormuş hissine kapılıyorum. Hatta bu üç kitabın yanına iki kitap daha ekleyip aynı anda beş farklı kitabı okumayı da tasarlıyorum. Borges’in Atlas’ını ve Leylâ Erbil’in Cüce’sini de en kısa zamanda okumaya başlayacağım.
Bu tür zamanlarda yazmaktan çok daha fazla keyif veren bir durum okumak. Çoklu okumalar diyebileceğimiz bu durum okura edebiyat denen büyüyü daha iyi bir şekilde hissettiriyor.

Tuna BAŞAR

on8haziran’12gecesi

02:55:00 , ,

16 Haziran 2012
Cumartesi

İlkay Akkaya’nın sesiyle geçirdim tüm geceyi. Yıllar önce bir arkadaşımın önerisiyle hayatıma girmişti bu ses. Önce Gidemem, Bir Şehri Özlemek, Ah Sensiz, Ayrılık Şarkısı, Lele, İzmir Ağlıyor şarkılarıyla hayranlığımı kazanmıştı. Sonrasında söylediği tüm şarkıları dinledim ve sesinin büyüsüne kapıldım. Biri Afyonkarahisar’da biri de Tatvan’da olmak üzere iki kere de canlı dinleme şansına ulaştım. Ne zaman kendimi yalnız hissetsem veya ne zaman hüzünlensem hemen onun sesine sığınır oldum. Genelde ayrılık durumlarında daha da artar etkileyiciliği. Dostlarımdan, sevdiğimden, ailemden, yaşadığım bir şehirden ayrıldığımda hemen dilime bir İlkay şarkısı dolanır. Kendi kendime mırıldanıp dururum şarkılarını saatlerce.
Şimdi yine bir ayrılık dönemindeyim. Bu sefer giden ben değilim, en yakın arkadaşlarımdan biri. Nerdeyse iki yıldır aynı evi paylaştığım meslektaşım… Bu küçücük yerde onunla birçok şeyi paylaşmıştık. Kimi zaman dertleşmiştik, kimi zaman sıkıntılara birlikte göğüs germiştik. Kimi zaman kahkahalarla gülmüştük bir olay karşısında, kimi zaman da yaşananlara beraber sert tepkiler vermiştik. Kimi zaman şiddetli tartışmalarımız olmuştu, kimi zaman da aynı düşüncede birleşip birbirimizi desteklemiştik. Birbirimize alışmıştık kısaca. Şimdi böyle bir arkadaşı yolcu etmenin arifesinde bir hüzün çöreklendi ruhuma. Sanki burada tek başıma kalmışım hissine kapılıverdim birden. Ne diyor İlkay, Acının Rengi’nde:

            Gitmeler bir tek bizi eksiltir
            Ve inancı
            Güzellik hiç durmadan uzaklaşır
            Gökyüzü kararır

            …

            Sonra reyhan rengi bir acı kalır
            Dostluklardan sevgilerden geriye
            Yalnızlık kalır

Tuna BAŞAR

on6haziran’12gecesi

21:21:00 2
• Son zamanlarda kaçırdığım için en fazla üzüntü duyduğum sanat etkinliği İstanbul Modern’in bahçesinde gerçekleştirilen “Sözünü Sakınmadan” söyleşileri. Enis Batur, küçük İskender, Murathan Mungan, Ayfer Tunç, Füruzan ve Latife Tekin gibi önemli edebiyatçılarla yapılan söyleşileri canlı dinlemek isterdim. Şimdi de bu söyleşilerin konuğu Selim İleri’ymiş. İstanbul’da olup en azından bu söyleşiye katılmak isterdim. Böyle bir fırsatım olmasa da bu söyleşilerin videolarının Sabit Fikir’de yer aldığını görmek beni çok sevindirdi. Bir an önce bu videoları izlemeliyim.


• Bir de NTV’nin sitesinden N5 ve Çalışma Odam videolarını izlemeyi çok seviyorum.
N5’te yazarlar, müzisyenler, sinemacılar kendileri açısından önemli olan 5 şeyi anlatıyorlar. Çalışma Odam’da ise Fazıl Say’dan Yekta Kopan’a, Pınar Kür’den Mehmet Güleryüz’e birçok sanatçının çalışma odasına konuk oluyoruz.


Enis Batur’un “Paris, ecekent” kitabını çok uzun zamandır arıyordum. YKY’deki baskısı tükendikten sonra yeni baskısı hiçbir yayınevinden çıkmamıştı yıllardır. Ne kitabevlerinde ne de sahaflarda rasgeldim bu kitaba. Bir kere İzmir’deki bir kitabevinde gelen okurların okuması, sayfalarını karıştırması için bir masanın üzerine karşılaştım kitapla. Kitabevi sahibiyle konuşup “bu kitabı uzun zamandır arıyorum, eğer satarsanız almak istiyorum!” dememe rağmen kitabı bana satmamıştı. Tam kitabı ancak İstanbul’daki sahaflarda bulabilirim diye düşünmeye başlamışken Remzi Kitabevi’nden çıkan yeni baskısıyla karşılaştım. Yıllardır hasret çektiğim bir dostuma kavuşmuş gibi mutlu oldum. Kitabı hemen edinip okumaya başladım. Kitap eşliğinde Paris’i gezmeyi planlayarak…


• Yıllar önce Kim Ki-Duk’un Yay filmini bir sinemada tek başıma izlemiştim. Bir daha hayatım boyunca bir filmi bir sinema salonunda yalnız izlemem, diye düşünürken bu düşüncemin yanlış olduğunu yaşayarak fark ettim. Yalnız başıma bir sinemada izlediğim filmler arasına Raşit Çelikezer’in Can’ı da katıldı.

• İzmir’de en sevdiğim yerlerden biri İzmir Sanat’tır. İzmir’e her yolum düştüğünde mutlaka uğrarım İzmir Sanat’a. Ya bir resim sergisi denk gelir, ya bir konser, ya da bir tiyatro oyunu… Bazen de sinema günlerine denk gelirim. İzmir Sanat’ın bahçesinin ve bahçede yer alan kafenin de ayrı bir yeri vardır benim için. Nâzım Hikmetheykelinin ışığında kısmi bir doğal ortam vardır o bahçede. Ağaçlar, rengârenk çiçekler, sevimli köpekler ve kediler, kuş sesleri… Özellikle İzmir Sanat Kafe’de oturup kitap okumayı çok severim. Günün her vakti sessiz ve sakin bir yerdir ve kitap okuyup yazı yazmak için ideal yerlerden biridir.

• Hayatımın birçok döneminde “aitsizlik” hissine kapıldığım oldu. Özellikle son on yıldır yaşadığım her şehre ait olmadığımı hissedip durdum. Ne kadar alışmış olsam da, ne kadar sevmiş olsam da hiçbir zaman hiçbir şehre İzmir’de yaşadığım aitlik hissini taşıyamadım. Benim bugüne kadar aitsizlik hissini tek yaşamadığım şehir İzmir’dir.


• Son dönem Türk sinemasında en favori aktör adayım Nejat İşler’dir. Her filmini sırf o oynuyor diye izlerim ama her rolü Nejat İşler’e yakıştıramıyorum. Benim için en iyi Nejat İşler rolleri şunlardır: Behzat Ç.’deki Ercüment Çözer, Kaybedenler Kulübü’ndeki Kaan Çaydamlı, Barda’daki Selim, Mustafa Hakkında Her Şey’deki Fikret ve Aliye’deki Dr. Deniz’dir.

Tuna BAŞAR

01:41:00 , ,

10 Haziran 2012
Pazar

Çağan Irmak’ın Dedemin İnsanları filminin etkisiyle girdim geceye. Çağan Irmak, Mustafa Hakkında Her Şey filmiyle dikkatimi çekmiş, Babam ve Oğlum, Issız Adam, Karanlıktakiler ve Prensesin Uykusu filmleriyle benim için önemli yönetmenler arasına girmeyi başarmıştı. Aynı zamanda İzmirli olmasıyla da ayrı bir sempatim vardır kendisine.
Dedemin İnsanlarıişte bu İzmirli olma üzerine yazılmış bir senaryo. Özellikle göçmenlik meselesi üzerinden Türkiye’nin üç farklı dönemine dikkatleri çekmeye çalışıyor.
Göçmenlik konusu bir süredir benim de aklımı kurcalayan bir konuydu. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım boyunca İzmir’de birçok göçmeni yakından tanıma şansım oldu. Bulgaristan, Yugoslavya, Makedonya ve Yunanistan göçmeni Türkler’le hep bir arada yaşadım. En yakın arkadaşlarım oldular, kan kardeşim oldular, abilerim oldular, aşık olduğum kişiler oldular. Yıllarca bir arada yaşayıp onların kültürlerine, kendi aralarında konuştukları -bizim göçmence dediğimiz- dillerine, göçtükleri ülkelerde kalan anılarına, yemeklerine, bu ülkeye olan bağlılıklarına hep aşina yaşadım.
Hâlâ nerde bir göçmen görsem kendime yakın bir insanı görmenin mutluluğunu yaşarım. Konuşmalarında göçmen olduklarını belli eden şiveleri karşısında uzun süredir görmediğim bir dostumu görmüş gibi mutlu olurum.
Ama bir süredir bazı göçmenler beni istemez oldular. Onlar gibi göçmen olmadığım için, dedelerim yüzyıllarca Anadolu topraklarında yaşadığı için, dini inancım ve ırkım onlardan farklı olmadığı halde beni yanlarında istemeyen göçmenleri gördükçe üzülüyorum. Kendilerini ayrı bir topluluk içine sokarak, “biz göçmenler ve diğerleri” gibi saçma bir sınıflama kompleksi içine girerek, kendilerini diğer insanlardan üstün görmeye yeltenen insanlar karşısında yıllarca dostça yaşadığım insanların önemini yeniden fark ediyorum. Yoksa bu da mı siyasi bir bölme yöntemi. Nasıl Kürtlere bu tarz bir imtiyaz tanınmaya başlandıysa son yıllarda, diğer farklı kültüre sahip insanların arasına da böyle bir fitne sokularak kendi benliklerini yaratma dürtüsü mü veriliyor? Nasıl doğuda oy uğruna Kürtler ve Türkler ayrımı yapılarak belli siyasi düşünceler oy topluyorsa, şimdi de İzmir ve çevresindeki insanların oylarını kazanmak için “Göçmenler ve Türkler” ayrımı mı yapılmaya çalışılıyor? Yıllarca bir arada huzurlu yaşamış insanlar kendi aralarında farklılaştırılarak kopmalara mı sebebiyet veriliyor?

10haziran’12gecesi

Tuna BAŞAR

00:46:00

Arkas Sanat Merkezi
• İzmir’in bir modern sanat müzesine ihtiyacı var. Son zamanlarda faaliyet gösteren Arkas Sanat Merkezi bu işlevi görmeye çalışsa da yine de çağdaş bir modern sanat müzesinin yerini tutamıyor. Son iki sergisinde önemli ressamları ağırlamış olsa da ne İstanbul Modern Sanat Müzesi, ne de Ankara Cer Sanat Müzesi’nin yerini tutacak bir seviyeye ulaşacak gibi duruyor. Yine de İzmir sanat yaşamına önemli bir katkı yaptığını söylemeliyiz. Fransız Konsolosluğunun bir bölümünün tahsil edildiği müze İzmir’in en güzel yerlerinden birinde olmasıyla da çok önemli bir görev üstlenmiş durumda.
Ama bahsettiğim modern sanat müzesi Türk ve dünya resminin önemli temsilcilerinin resimlerinin sergilendiği, sürekli bir resim koleksiyonuna sahip olan, buna istinaden geçici sergilerin sürekli olarak sanatseverlere sunulduğu ve çeşitli sanat etkinliklerinin yapıldığı bir yer olmalı. En az 3 katlı ve geniş bir bahçeye sahip olmalı. Ve de şehrin kalabalığının dikkatini çekecek bir mevkide konuşlanmalı.
Aslında bu konuda en iyi yerin Kıbrıs Şehitleri Caddesi olduğunu düşünüyorum. Caddenin tam ortasında Alsancak Katolik Kilisesi’nin yan tarafındaki Tansaş’ın bulunduğu alan bu yer için en uygunu. Bu alana bir katı yer altında, iki katı da yer üstünde olacak şekilde üç katlı bir modern sanat müzesi yapılabilir. Şehrin en kalabalık caddesinden girişi olacak şekilde, geniş bahçeli, sanatın toplumla iç içe olacağı ve sanat etkinlikleri sonrasında insanların bir arada sohbet edebilecekleri kafelerin, restoranların ve eğlence merkezlerinin çok yoğun olduğu bu yerde açılacak bir modern sanat müzesi Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne daha da modern bir görünüm katacaktır. Oradaki Tansaş’ın tam olarak ne zaman açıldığını bilmiyorum, fakat şehirlerin en güzel yerlerinin kapitalizme kurban edildiğinin en iyi örneklerinden biri. Tıpkı Demirören İstiklal gibi…

• İzmir Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesinde bir tiyatro, bir sinema, bir sergi salonunun olmaması sizce de garip değil mi?

İzmir’in Sanat İzleği başlıklı yazımı gözden geçirip son halini vermeliyim ve bir an önce yayınlamalıyım.


 Ümit Ünal’ın Nar filmini izlerken aklıma bir şey takıldı: bu film David Lynch’in Mulholland Çıkmazı’yla ne kadar çok benzerlik gösteriyor. Lezbiyen bir çift, birinin daha güçlü ve gerçekçi olması, diğerinin ona olan hayranlığı, bağlılığı ve onu “her şeyi” konumuna getirmesi, onun yerine geçmek istemesi, rüyalarla ve metaforlarla anlatılmaya çalışılan duygular ve filmin sonunda birbirinin yerine geçen karakterler. Filmi izledikten sonra dergilerde kalan eleştiri yazılarını okudum, fakat kimse bu benzerlikten bahsetmemiş. Bence bu iki film için “ikiz film” tanımını çok rahat kullanabiliriz.

• Nar filminin başlangıcındaki Birhan Keskin dizeleri:

            Dürtme içimdeki narı
            Üstümde beyaz gömlek var

• Bir zamanlar “Nar Tanesi: Aşk ve Dostluk Birlikteliği Üzerine Marazi Bir Deneme” başlıklı bir yazı üzerinde çalışıyordum. İki dostun içten içe birbirine beslediği aşkı anlatmaya çalışacaktım. Ama yarım kalan o yazıya yıllardır bir türlü geri dönemedim ve son halini vermedim. Sanırım o yazıyı kaldığı yerden çıkarmanın zamanı geldi.

800 Sanatçı 800 Sanat Eseri projemi yakında hayata geçireceğim. Sanatın en önemli üç kolu olan edebiyat, resim, müzik ve 7. Sanat diye nitelenen sinema için uygulayacağım bu projeyi. Benim için önemli olan her sanatçıdan bir esere ulaşarak toplamda 800 sanat eseri hakkında detaylı bir birikime sahip olmayı amaçlıyorum bu projede.
Türk ve dünya edebiyatının en önemli 200 yazarından bir kitap okuyacak şekilde bir liste oluşturdum. Bu kitapları okumaya Milan Kundera’nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği ile başlayacağım. Sırayla her kitabı okuyup üzerine detaylı eleştiri yazıları yazmayı planlıyorum. Tabii araya farklı kitaplar da girecektir. Bu 200 Yazar 200 Kitap listesini yakında yayınlayacağım.
Henüz sinema, müzik ve resim için bu listeleri oluşturmadım, ama en kısa zamanda o seçkileri de oluşturup Türk ve dünya sanatından 800 önemli sanatçının 800 önemli eserini özümsemeye çalışacağım. Özellikle belirlediğim resimleri görmek için müze müze gezmeyi düşünüyorum.
Kitaplarla başlayacağım bu proje için bana 4-5 yıl gibi bir zaman dilimi gerekiyor, ama bu sürenin sonunda istediğim sanat birikimine sahip olacağımdan eminim.




• Aslında müzeleri Orhan Pamuk’la gezmek, kitapları Enis Batur’la seçmek, filmleri Atilla Dorsay’la izlemek ve müzikleri Ahmet Say’la dinlemek isterdim.




• Ahmet Say’ın Müzik Ansiklopedisi adlı kitabını bir an önce edinmeliyim.

Tuna BAŞAR 

01:04:00 , ,

7 Haziran 2012
Perşembe

Artık yepyeni bir başlangıç yapma zamanı geldi. Hayatımı kendi isteklerim doğrultusunda şekillendirerek kendi yalnız geleceğime kanat açmalıyım. Her anı en iyi şekilde değerlendirerek hayattan keyif almaya bakmalıyım. En kısa zamanda rotamı çizip, o doğrultuda emin adımlarla yürümeliyim. Kitabevimi bir an önce açmalıyım mesela. Sanata, özellikle de edebiyata daha fazla zaman ayırıp içimde kalan bütün ukdeleri yok etmeliyim. Sırf Picasso resimlerini görmek için Paris’e Picasso Müzesi’ne gitmeliyim. Ya da Mozart’ın yaşadığı yerleri görmek için Viyana’ya… Türkiye’nin bütün lezzetlerini kendine özgü şehirlerde tatmalıyım mesela. Fotoğraf çekmeliyim. 200 sanatçı 200 sanat eseri projeme başlamalıyım. Türk ve dünya edebiyatının 200 önemli kitabını okurken, 200 yönetmenin en önemli filmlerini izlemeliyim. Belirdiğim 200 önemli resmi görebilmek için dünya müzelerini gezerken, 200 bestecinin müziklerini dinlemeliyim. Önce Fransızca sonra da İspanyolca öğrenmeliyim. Dostoyevski’nin Saint Petersburg’unu, Yaşar Kemal’in Çukurova’sını, Lawrence Durrell’in İskenderiye’sini, Paul Auster’in New York’unu, Ahmed Arif’in Diyarbakır’ını, Victor Hugo’nun Paris’ini, İlhan Berk’in Pera’sını, Orhan Pamuk’un İstanbul’unu, Selim İleri’nin ve Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrum’unu onların gözünden görmeye çalışmalıyım. Rönesans’ın kalıntılarını görebilmek için İtalya’ya gitmeliyim. Sadece sırt çantamı alarak kıyı Ege’den Akdeniz’e tur atmalıyım. Fethi Naci’nin Yüz Yılın Yüz Türk Romanı’nda adını andığı her kitabı okuyup üzerine eleştiri yazıları yazmalıyım. Önümüzdeki sezon oynanacak önemli tiyatro oyunlarını görmeliyim. İzmir’i bir sanat şehri yapabilmek için projeler üretmeliyim. Özellikle Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ndeki Tanşas’ın yerine büyük bir sanat merkezi açılması için imza kampanyası başlatmalıyım. Daha fazla şiire odaklanmalıyım. Sadece şiir alıştırmaları değil aynı zamanda detaylı şiir yazıları yazmalıyım. Blog sayfamda bugüne kadar üzerinde çalıştığım kategorilerde daha fazla ürün vermek için çabalamalıyım. Artık kendimi daha özgür hissedip, daha güçlü bir şekilde hayallerime tutunmalıyım.

Tuna BAŞAR

7haziran’12gecesi

Tuna BAŞAR

{picture#https://scontent-ams3-1.xx.fbcdn.net/hphotos-xfp1/v/t1.0-9/1185406_677123368993345_252884960_n.jpg?oh=9ad34d2cff4696ac91a0aa8f387e38cd&oe=575127C3} 1985 yılında doğdum. İzmir Karşıyakalı'yım. 2004 yılının son çeyreğiyle birlikte başladığım yazı serüvenime Gece Edebiyat adlı blog sayfamda devam ediyorum. Yazılarım ve şiirlerim Ada (Samsun),Aykırı Sanat, Berfin Bahar, BH Sanat, Çalı, Genç Hayat, İzmir İzmir, Kaçak Yayın, Kar, Koridor, Kum, Kuşak, Kül Öykü, Lacivert Sanat, Mor Taka, Onaltıkırkbeş, Sunak, Taflan, Varlık, Virgül gibi dergilerde yayınlandı. {facebook#https://www.facebook.com/tunabasar} {twitter#https://www.twitter.com/tunabasar35} {google#https://plus.google.com/+TunaBasar} {pinterest#https://www.pinterest.com/tunabasar35} {youtube#https://www.youtube.com/c/TunaBasar} {instagram#https://www.instagram.com/tunabasar35}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.