Ağustos 2015

2016 Yılında İzlemeyi Planladığım Filmler 2016 Yılında Okumayı Planladığım Kitaplar Adalet Ağaoğlu Adam Yayınları Aforizma Ahmet Altan Ahmet Say Akbank Caz Festivali Aklımda Kalanlar Alberto Giacometti Alejandro González Iñárritu Alexandre Cabanel Alıntı Alıntıladıklarım Alıştırmalar Altın Koza Film Festivali Anatole France Antoloji Ara Güler Arkas Sanat Merkezi Aspendos Opera ve Bale Festivali Ataol Behramoğlu Ayfer Tunç Aziz Nesin Bach Berlin Film Festivali Beyoğlu Sahaf Festivali Bilge Karasu Bilgi Yayınevi Birhan Keskin Boticelli Botticelli Caddebostan Kültür Merkezi Can Yayınları Candan Erçetin Cemal Süreya Claude Monet Çağan Irmak Çevrimdışı İstanbul Dağlarca Şiir Ödülü Değinmeler Deneme Dergi Devlet Tiyatroları Diego Velázquez Dinlediklerim Düşbükeyler Edebiyat Edgar Degas Edirne Kitap Fuarı Edward Munch Eleştiri Elias Canetti Emin Alper Enis Batur Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi Erzurum Eylül'e Mektuplar F. Scott Fitzgerald Fazıl Hüsnü Dağlarca Felsefe Ferit Edgü Film Filmekimi Fotoblog G. Cabrera Infante Galeri Gece Gece Edebiyat Gezi Giorgione Goethe Goya Gustav Klimt Gülten Akın Gündemdekiler Günler Günlük Günlükler Günün Şarkısı Haber Halikarnas Balıkçısı Hayat Notları Heykel Hilmi Yavuz Italo Calvino İçebakan İdil Biret İstanbul Bienali İstanbul Kitap Fuarı İstanbul Kukla Festivali İstanbul Modern İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali İş Bankası Kültür Yayınları İş Sanat İzlediklerim İzlek İzmir Avrupa Caz Festivali İzmir Sanat James Joyce Jan van Eyck Jean Auguste Dominique Ingres Johannes Vermeer John William Waterhouse Karalama Defteri Kırıntılar Kırmızı Kedi Yayınevi Kısa Metinler Kim Ki-duk Kitap Kitap Eleştirileri Kurşun Kalem Dergisi küçük İskender Kültür-Sanat Kürşat Başar Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi Listelediklerim Luc Besson Malraux Man Booker Ödülü Manet Marc Chagall Marguerite Duras Marlon James Matisse Mektup Melih Cevdet Anday Memet Fuat Metin Uca Metis Yayınları Mırıldandıklarım Michelangelo Milan Kundera Murathan Mungan Mühür Dergisi Müzik Nâzım Hikmet Nobel Edebiyat Ödülü Not Defteri Notos Nuri Bilge Ceylan Nuri İyem Oğuz Atay Okuduklarım Okuma Defteri Okuma Günlüğü Okuma Şenliği Onat Kutlar Opera Opus Amadeus Oda Müziği Festivali Orhan Pamuk Oscar Ödülleri Ödül Öğrendiklerim Ömer Kavur Önerdiklerim Öneri Öykü Özdemir Asaf Özlü Söz Paul Cézanne Paul Klee Penguen Kolu/Kanadı Pera Müzesi Picasso Plan Proje Quentin Tarantino Refik Durbaş Rembrandt Remzi Kitabevi Resim Resim Defteri Roman Rota Sabancı Müzesi Sait Faik Abasıyanık Salâh Birsel Sanat Sayıklamalar Seçtiklerim Sel Yayıncılık Selçuk Altun Selim İleri Sempozyum Seyir Defteri Sezen Aksu Sıla Sinema Söyleşi Sözcükler Sözünü Sakınmadan Stanley Kubrick Stefan Zweig Süreyya Operası Svetlana Aleksiyeviç Şiir Şiir Düşü Şiirler Tiyatro Tiziano Vecellio Tomris Uyar Ukde Van Gogh Varlık Dergisi Venedik Film Festivali Venüs Veysel Çolak Videolar Viktor Hugo William-Adolphe Bouguereau Yaşar Kemal Yavuz Turgul Yazar Yazı Masası Yazılar Yekta Kopan YKY Yön Yayınları Yusuf Atılgan Yücel Müştekin Zeki Demirkubuz


5 Ağustos 2015 Çarşamba

Yoğun bir şekilde kitap okumaya başladığım ilk günden beri en çok önem verdiğim yayınevlerinin başında Sel Yayıncılık geliyor. Enis Batur, Ferit Edgü, Selçuk Altun, Salâh Birsel ve küçük İskender gibi Türk Edebiyatı’nın önemli yazarlarının kitaplarını yayınlaması sebebiyle öncelikle ilgimi çeken bir yayınevi. Bir de daha önceden yayınladıkları Geceyazısı Dergisi’nin etkisi var bu ilgide. Aslında en önemli nedeni Enis Batur’la ortak hareket etmeleri desem daha doğru olur.  İşte Geceyarısı Kitapları da aslında tam olarak bu nedenle ilgimi çekmiş bir seri.  Enis Batur’un desteğiyle kendi ritminde yayın hayatına devam ediyor.
Bu seride yayınlanan kitaplardan Enis Batur’un Kütüphane, Cüz, Patates, Kulak; Ferit Edgü’nün Devam, İnsanlık Halleri, Avara Kasnak, Paraboller; Ece Ayhan’ın Öküz’lemeler; birçok yazarın ortaklaşa yazdığı Arazi Marazi, Negatif İmge, Kaptan Gemide Kaçak Yolcu Var adlı kitapları büyük bir keyifle okumuştum.


Sel Yayıncılık tarafından Geceyarısı Kitapları arasında Ferit Edgü’nün aforizmalarından oluşan Cahil yayınlanınca edinip okumamak olmazdı. Serini 42. Kitabı olan Cahil, Ferit Edgü’nün 193 adet aforizmasından oluşuyor. Benim aklıma aforizma denince ilk gelen yazardır Ferit Edgü. Bunda Tüm Ders Notları adlı kitabının büyük etkisi vardır. Tüm Ders Notları benim başucu kitaplarımdan biridir ve aforizma konusunda bana yol gösterici olmuştur. Bu kitabı dönüp dönüp okurum. Şimdi Cahil’i okurken yeniden Tüm Ders Notları’na da dönme isteğim arttı.
Ferit Edgü, Cahil’de biraz da günümüz Türk insanına gönderme yapıyor. Toplumda yaşanan yozlaşmayı bu aforizmalarla ortaya koyuyor. Kitap “Salaklık Üstüne Deneme’nin yazarı, kadim dostum TAHSİN YÜCEL’e” şeklinde ithafla başladıktan sonra şu sözlerle Cahil’e vurgu yapıyor ve bizi aforizmalarıyla baş başa bırakıyor:
Aptal, salak, gerzek, cahil…
Tüm bunlar yakın akrabadırlar. Bunların en yaygını, en tehlikelisi cahillerdir. Çünkü o her şeyi bilir. Doğduğunda hattâ doğmadan önce her şeyi öğrenmiştir. Bu anlamda Tanrı’nın seçkin kuludur. Yoluna çıkmaya gelmez, sizi ezer geçer.
Tüm aforizmalar gayet güzel ama ben bazılarını çok beğendim. İşte onlardan birkaçı:
                “Cahille cahilce konuşmuyorsan anlaşamazsın.”
                “Cahil, kitabı o kadar sever ki okumaya kıyamaz.”
   “Cahilin sesi çok çıkar.
   “Cahil, bir boy büyük cahile söz söyletmez; ona tapar.”
  “Sırtını iktidara dayamış cahil gibisi yoktur.”
 “Bizim politikacılarımız cahilleri sever. Ama yalnız politikacılarımız değil, yazar çizerlerimiz de.”
Cahil’i okuduktan sonra Geceyarısı Kitapları’nın daha önce edinip okuyamadığım Enis Batur’un Hepsi, Enis Batur ve Yiğit Bener’in birlikte yazdıkları Simültane Cinnet ve Ferit Edgü’nün Selma Gürbüz İçin Üç Yazıadlı kitaplarını da bir an önce okumam gerektiğini fark ettim.

Tuna BAŞAR

15:00:00 , ,

6 Ağustos 2015
Perşembe

Şöyle geriye dönüp baktığımda 2004 yılından beri düzenli bir yazma serüveni içinde olduğumu görüyorum. Yazdıklarım dergilerde, internet sitelerinde, kendime ait bloglarda ve sosyal paylaşım sitelerindeki gruplarda yayınlandı. Bugüne kadar yaklaşık 500 civarında yazı, şiir, günlük, kitap eleştiri yazısı ve değinme yayınlamışım. Şimdi bu yazdıklarımı tekrar gözden geçirirken yazılarımda adı geçen yazarları, şairleri, ressamları, müzisyenleri, sanat eserlerini, önemli kişileri bir dizin halinde listelemenin kişisel okuma-yazma maceramda bana çok önemli bir yol gösterici olacağını fark ediyorum. Yazılarımda birçok sanatçı ve sanat eseri geçerken bunlardan hangileri daha fazla kendine yer bulmuş, kimler beni daha derinden etkilemiş ve ben kimleri daha ön planda tutmuşum bunca yıl boyunca. Beni en çok etkileyen yazarların başında Enis Batur geliyor. Acaba gerçekten de yazılarımda en çok Enis Batur ismi ve onun eserleri mi geçiyor? Ya da hiç farkına varmadığım bir sanat adamı mı beni daha derinden etkiledi. Hayatımdaki en önemli yere sahip şehir İzmir’dir. Acaba yazılarımda da bu şehir mi daha fazla kendini göstermiştir. Ya da İstanbul, Edirne, Afyonkarahisar, Bitlis gibi hayatımda önemli yeri olan diğer şehirlerden biri mi? En çok Kandinsky’nin resimleri karşısında heyecanlanırım. Elbette başka birçok ressamın resimleri de benim hayatımda önemli bir yere sahiptir ama bu resimler içinde en çok hangisi yazılarıma ilham vermiştir? Bunlar gibi onlarca soru zihnimi kurcalıyor yazdıklarımı gözden geçirirken. Yazılarımda Adı Geçenler başlığı altında bir dizin oluşturursam bu tarz soruların da tümüne anlamlı bir yanıt bulacağımı düşünüyorum. Alfabetik bir şekilde blog sayfamda bu dizini yayınlayacağım ve her yazdığım yazıda adı geçenleri de listeye ekleyeceğim.

6ağustos’15gecesi edirne

Tuna BAŞAR

10:29:00

R

Bir harf bir insanın hayatında ne kadar etkilidir?

Çocukken “r” harfini söyleyemezdim. Bu nedenle “r” harfinin geçtiği kelimeleri kullanmamaya çaba sarf ederdim. Ama ne yazık ki o kadar çok içinde “r” harfi geçen kelime vardı ki istesem de bu eksikliğimi saklayamazdım. “r” harfinin içinde geçtiği kelimeler yüzünden arkadaşlarım benimle dalga geçerdi. Şiir okuduğum bir gün isminde “r” harfi geçen bir öğretmenim de bana gülmüştü. Bir çocuğun ruh dünyasında derin etki bırakan izler… Ama inat ettim. Tam 2 yıl boyunca bütün çabam “r” harfini söylemek içindi. Sonunda başardım da… Ve o günden beri özellikle içinde “r” harfi geçen kelimeleri üstüne basarak kullanırım. Sanki söyleyemediğim yıllara nispet yapar gibi.
Ama bugün yeniden “r” harfinden vazgeçiyorum. Çocukken bana işaret olarak gösterilen eksiklik şimdi bir başka yansıma şeklinde tekrardan hayatımda derin izler bırakıyor. O zamanlar okuduğum şiirlerde “r” etkisi görülürdü, şimdi ise hem okuduğum hem de yazdığım şiirlerde “r” etkisi görülüyor. Şiirler yazıyorum, şiirler okuyorum ve yine herkes bana gülüyor. “r” harfini ısrarla söylediğim için bende bir eksiklik olduğunu düşünüyorlar. Ve ben şimdi “r” harfini bir daha söylememek için çabalıyorum. Biliyorum ki 2 yıllık çabanın sonunda bunu da başaracağım.

Bir harf bir insanın hayatında ne kadar etkilidir?

Tuna BAŞAR

/ dokuznisanikibindokuz yirmion
afyonkarahisar /


4 Ağustos 2015 Salı

Ahmet Say, Türkiye’de müzik konusunda en yetkin isimlerden biri. Bu yetkinliği müzik yaparak değil müzik üzerine yazarak oluşturmuş önemli bir aydın. Aynı zamanda da Fazıl Say’ın babası. Ahmet Say’ın Müzik Ansiklopedisi adlı üç ciltlik kitabını uzun zamandır arıyorum, fakat bu kitabı bulup bir türlü kütüphaneme dâhil edemedim. Ama uzun zamandır başucu kitaplarımdan biri de ona ait: Müzik Nedir, Nasıl Bir Sanattır?


Gerçi bir süredir bu kitabı istediğim gibi okuyamıyordum. Bir başvuru kitabı niteliğinde olduğu için daha önceden bölüm bölüm bu kitabı okumuştum ama şimdi bir anda tamamını okumak istedim. Bir yandan da uzun zamandır planını yaptığım Müzikal Günce konusunda bu kitabın bana büyük katkısı olacağını düşünüyordum. Bakalım, şimdi kitaba yoğunlaşırken nasıl bir sonuçla karşılaşacağız.
Kitap müziğin tarihinden önemli müzisyenlere, ülkelerin müzik kültürlerinden Türkiye’de yapılan çok sesli müziğe, operadan baleye geniş bir yelpazede müziği ele alıyor. Birçok önemli müzik insanına yönlendiriyor bizi.
Kitap için Ahmet Say’ın kendi söylediği söz ise şöyle; “Bu kitapla amacım, müzik sanatının temel asgari bilgilerini herkesin yararlanabileceği yalın, anlaşılır bir dille anlatabilmekti.” Bana göre yazar bu amacına fazlasıyla ulaşmış.


Tuna BAŞAR

14:51:00 1 , ,

5 Ağustos 2015
Çarşamba

Bir süredir iyi bir okuma ve yazma hızı yakaladım. Zaten okudukça yazan biriyim ben. Her okuduğum kitap bana değişik fikirler olarak geri dönüyor. Okuduğum kitaplar üzerine Okuma Günlüğü, Okuma Defteri ve Kitap Eleştirileri yazdığım için okuduğum kitaplar başlı başına birkaç yazıya esin kaynağı oluyor. Bunun yanında bazen Gece’de de okuduğum kitaplardan bahsediyorum. Son zamanlarda Gece ve Okuma Günlüğü iyi bir şekilde ilerliyor. Okuma Defteri için de Enis Batur’un Dalgınlık Kursları ve Işık, Kürşat Başar’ın Yaz ve Ferit Edgü’nün Şimdi Saat Kaç kitapları üzerine yazdığım yazılar hazır gibi. Son günlerde okuduğum küçük İskender’in Cin Kontrol Noktası, Ahmet Say’ın Müzik Nedir, Nasıl Bir Sanattır, Milan Kundera’nın da Gülünesi Aşklar kitapları üzerine Okuma Defteri için notlar alıyorum. Nâzım Hikmet’in Memleketinden İnsan Manzaraları kitabı için henüz bir şeyler yazamadım ama onu da en azından Şiir Günlükleri’ne konuk etmeyi planlıyorum. Tabii bu projeye başlayabilirsem. Milan Kundera’nın Gülünesi Aşklar kitabının da Öykü Günlükleri için bir başlangıç olacağını düşünüyorum.
Yazdıklarım, yazmayı planladıklarım ve projelerim kendi ritminde ilerleyedursun henüz istediğim seviyeye gelmediğini düşündüğüm projelerim de canımı sıkıyor biraz. Bunların en başında da müzik geliyor. Yeterince müzik dinleyemiyorum.  Müzik dinleyemediğim için yakın bir zamanda başlamayı planladığım Müzikal Günce projeme bir türlü başlayamıyorum. En azından Müzik Üzerine Notlar şeklinde bir seri-yazı planı içine girmeyi düşünüyordum ama bunu da henüz başaramadım. Belki Ahmet Say’ın Müzik Nedir, Nasıl Bir Sanattır kitabı bu konuda bana yardımcı olur.
Eylül’e Mektuplar, İzlek ve İçebakan projelerim için hâlihazırda yayınlanmayı bekleyen parçalar mevcut. Üzerlerinde biraz çalışıp son hallerini verince yayınlanacak seviyeye geleceklerdir.
Not Defteri istediğim düzeyde değil bu aralar. Eskiden her gün Not Defteri’me notlar alırdım. Şimdi tek tük notlar çıkıyor ortaya. Bunları ve eski defterlerde kalan notları bir araya getirip yayınlayabilirim ama yine de Not Defteri’ndeki o eski düzeyi özlemiyor değilim. Ki zaten eski yazdığım Not Defteri parçalarına bakınca da gayet güzel şeylerin ortaya çıkmış olduğunu görüyorum. İşte o düzeye tekrar getirebilirsem Not Defteri’ni gayet memnun olacağım. Bir de eski defterlerde kalmış olan bir projem vardı: Not Defteri’nden Geçmişe Bakmak. Bu projeyi de hayata geçirip, geçmişte yaşanan bazı şeylerin bugün aynı şekilde yaşandığını gözler önüne sermeliyim.
Projeler üzerine daha detaylı şeyler de yazmak geliyor içimden ama bunlar için de bir proje gelişecek gibi duruyor. Ya da İçebakan’a bir altbaşlık eklenebilir.
Ama her şeyden önemli olan bol bol okumak ve bunu sonucunda yazıya daha fazla zaman ayırabilmek.

5ağustos’15gecesi edirne

Tuna BAŞAR

09:53:00 , ,

Erzurum

Türkiye'nin 81 iline ayak basma projesi tüm hızıyla devam ediyor. Şimdi de Ağrı ve Erzurum...
Son 20 günde sırasıyla gittiğim şehirler: Muş, İstanbul, Edirne, İzmir, Diyarbakır, Bitlis, Van, Ağrı ve Erzurum. Önümüzdeki 2 ay içindeki planım ise; önce Ankara, sonrasında İstanbul ve Eskişehir. Daha sonra Afyonkarahisar, İzmir ve yeniden İstanbul. Araya Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin’i sıkıştırmalıyım. 2 aydan sonraki planlarımda Trabzon, Bursa, Kocaeli ve Kayseri var.
Bakalım, proje umduğum hızda ilerleyecek mi?
Erzurum'u şehir olarak beğendim. Doğudaki şehirler içinde Diyarbakır'dan sonra yaşanabilecek ikinci şehir. Tabii henüz Gaziantep'i, Şanlıurfa’yı ve Mardin’i görmedim. Fakat ömrünü batıda geçiren bir insan için Erzurum’da bulunmak Diyarbakır’a göre çok daha fazla huzur veriyor. Şehirleşmenin insana yetmediği durumlardan biri…
Gördüğüm şehirler içinde Van, Bitlis, Batman, Siirt, Muş ve Ağrı'dan daha güzel bir şehir Erzurum. Van'ın ve Bitlis'in iki ilçesi Tatvan'la Ahlat'ın en güzel tarafları ise Van Gölü manzarası.
Yalnız Palandöken Dağı’nı bu mevsimde görmek pek etkilemiyor insanı. Daha heybetli bir dağ olduğunu düşünüyordum. Ağrı Dağı'nı uzaktan gördüm ama o görüntü bile beni etkilemeyi başardı. Her dönemde tepesinde varlığını koruyan karlar etkileyiciydi.
Şehrin en büyük caddesi Cumhuriyet Caddesi. İnsan kalabalığı da bu caddede yoğunlaşıyor. Meşhur Ulu Camii ve Çifte Minare de bu cadde üzerinde.
Erzurum Kalesi’ne de çıktık fakat kale ziyareti saat 17:00'de sona erdiği için yetişemedik. Kalenin yamaçlarından merkeze doğru inerken eski bir mahallenin içinden geçiliyor. Ayrıca Cumhuriyet Caddesi’nin bir arka sokağında Erzurum Evleri diye bir yer var. Şehirde zaten birçok tarihi yapıyla karşılaşırken bir de tarihi bir sokak ve tarihi Erzurum evlerini görmek hoş oluyor.
Erzurum'un meşhur iki yemeğini de tattım. Cağ Kebabı'nı pek beğenmedim. Kadayıf Dolması ise güzel bir tatlı.
İlk akşam Emirşeyh Köftecisi’nin meşhur köftesini yedik. Manisa köftesine çok benzeyen bu köfte çok lezzetliydi. İnsanın yemeye doyamadığı köftelerden biriydi. Meşhur Cağ Kebabı’nı ise ikinci akşam Gel Gör Cağ Kebap Salonu’nda yedik. Ama ne yazık ki çok övülen bu kebabı ben pek beğenmedim. Erzurum Evleri’nde de Kadayıf Dolması’nı tattık. Gayet güzel bir tatlı. Dışındaki kadayıf daha çok hamur kıvamında olsa da yenmeye değerdi.
Erzurum'un en meşhur şeylerinden biri de Oltu taşı. Bu taşın en önemli özelliği kullandıkça parlaması. Oltu taşına çok benzeyen Rum taşından bunu ayırmanın en önemli yöntemi de parlaklık. Ama ilk bakışta iki taş da birbirine çok benziyor. Sırf bu taştan yapılan küpelerin, kolyelerin, tespihlerin satıldığı tarihi Rüstem Paşa Hanı (Taşhan) görülmeye değer. Ama Oltu taşı çok pahalı. Küçük bir tespih bile 50-60 TL. Hediye almak biraz zorlaşıyor o nedenle.
Erzurum insanı da beklediğimden daha güler yüzlü ve misafirperver çıktı. Erzurum soğuğu nedeniyle insanlarının da soğuk olacağı izlenimi vardı zihnimde ama karşılaştığım tüm insanlarda bir sıcaklık hissettim.
Şehirde hâlâ geçtiğimiz kış düzenlenen Üniversitelerarası Kış Olimpiyat Oyunları’nın izlerini görmek mümkün.
Erzurum şehirleşmesiyle, tarihi yapılarıyla, yerel lezzetleriyle görülmeye değer bir şehir. Tabii bir de kış döneminde görmek ve kış turizmi konusundaki önemini fark etmeye çalışmakta fayda var.

/ oneylülikibinonbir bitlis /


Tuna BAŞAR


3 Ağustos 2015 Pazartesi

Milan Kundera’nın Gülünesi Aşklar adlı öykü kitabını okumaya başladım. Aslında Öykü Günlükleri projem için bu kitap iyi bir başlangıç olabilirdi. Bu projeye başlamak için birkaç gün gecikmiş olsam da belki de Öykü Günlükleri de kendi yolunu burdan bulacaktır.
Milan Kundera’yı ilk defa, birçok kişi gibi, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliğiadlı romanı sayesinde tanıdım. Bu roman benim en beğendiğim romanlardan biridir. Sonrasında Bilmemek, Ölümsüzlük gibi kitapları sayesinde değer verdiğim en önemli yazarlar kategorisine yükseldi benim için Milan Kundera. Fakat daha önce öykülerini hiç okumamıştım. Romanlarındaki tadı öykülerinde bulabilecek miyim, tam olarak bilmiyorum.


Gülünesi Aşklar’ın ilk öyküsü Hiç Kimse Gülmeyecek adını taşıyor. Bir sanat tarihçisi olan kahramanımız bir üniversitede ders vermekte ve yazıları bazı önemli dergilerde yayınlanmaktadır. Yayınlanan bir yazısını sevgilisi Klara ile kutladığı bir gün Zaturecky isimli bir adam tarafından yazılan “Çek Resim Sanatının Bir Ustası, Mikolas Ales” başlıklı bir araştırma yazısı adresine postalanır. Bu araştırma üzerine bir tanıtma yazısı yazmasını rica eden bir de mektup vardır posta kutusunda. Kahramanımız öncelikle bu araştırma yazısını ve mektubu önemsemez. Fakat Bay Zaturecky’nin ısrarları neticesinde işin içinden çıkamayacağı ve hayatını mahvedecek olan yalanlar silsilesinin içinde bulur kendini. Bu durumdan kurtulmaya çalıştıkça da etrafındaki her şeyi kaybedecektir.
Uzun zamandır bu kadar derinden hissettiğim bir öykü okumamıştım. Okuduğum her bir satır beni olayın içine çekmeyi başardı.
Aralarında birebir benzerlik bulunmasa da bu öykü bana J. M. Coetzee’nin Utanç adlı romanını çağrıştırdı. Utanç’ı da yeniden okunacaklar listeme ekliyorum.

Tuna BAŞAR 

13:14:00 , ,

4 Ağustos 2015
Salı

Ne zaman trenleri çağrıştıran bir şeyle karşılaşsam veya tren görsem aklıma çocukluğum gelir. Daha doğrusu çocukluğumun geçtiği sokak gelir. En son İz Tv’de izlediğim Rüya Trenle Kara Kıta’ya ve Maharaca Ekspresiyle Hindistan adlı iki belgesel nedeniyle yaşamıştım bu hissi. Şimdi de Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları adlı şiir kitabını okurken aynı hissi yaşıyorum ve çocukluğuma dönüyorum.
Bilenler biler zamanında İzmir’de Çiğli-Basmane arasında günlük ulaşımı banliyö sistemi sağlardı. Şimdi İzban olan bu güzergâhın Şemikler ile Nergiz arasında Yalı adlı bir istasyonu vardı. İşte benim çocukluğum bu Yalı istasyonunun bulunduğu sokakta geçti. Burası sadece bir istasyon değildi aynı zamanda bir semtin de merkeziydi. Birçok farklı esnafın iş kapısıydı bu bölge. Bir yanda pazaryeri bir yanda Şemikler Meydanı…
Her sabah güne tren sesiyle başlardık. İnsanlar işlerine, okullarına, gitmek istedikleri yerlere bu bölgede daha çok trenler sayesinde giderlerdi. Yeşil lokomotiflerin çektiği şehiriçi trenler dışında günde birkaç kez geçen kırmızı lokomotifli şehirlerarası trenler ve yük trenleri de bir farklılık katardı. Bizim troleybüs dediğimiz günde iki defa geçen beyaz renkli, şimdinin metrolarına benzeyen trenler de çocuk halimizle bizleri heyecanlandırırdı. O zamanlar toplu taşıma kartları yoktu. Bilet alıp öyle binilirdi trenlere. Ya da paso kullanılırdı. Her istasyondan sonra tren içinde kondüktörler dolaşır ve biletleri zımba benzeri bir aletle delerlerdi. Bu biletin görüldüğü anlamına gelirdi. Ve benim için en önemli tren çağrışımı da İzmir Fuarı’ydı. Çünkü çocukluğum boyunca fuara hep trenle gittim. Yalı istasyonundan biner Basmane’ye kadar tüm istasyon isimlerini ezberlemeye çalışır ve Basmane’ye gelince hedefe ulaşmış olmanın büyük hazzını yaşardım. Bir de trenler gelmeden önce kapanan tantanların sesini duymak bambaşka bir duyguydu.
Şimdi o bölge tamamen değişti. Çocukluğumun o güzel anıları da birer birer kayboldu. Ama bir gün o semti yazmak istiyorum. “Gül Güzeli” yazımda kısaca değinmiştim ama İçebakan için uzun uzun trenleri ve Yalı Mahallesi’ni yazmalıyım.

4ağustos’15gecesi edirne


Tuna BAŞAR

13:52:00 , ,

3 Ağustos 2015
Pazartesi

Birkaç gündür Kürşat Başar’ın Yaz adlı romanındaki Murat karakterinin amcasının yaşam şekline takılmış durumdayım. Aslında uzunca bir süredir benim de istediğim bir yaşam şeklini sürüyor olması beni etkileyen en önemli faktör. Kendini bir odaya kapatmış ve vaktinin çoğunu okumakla geçiriyor. Uyumak, yemek yemek, dinlenmek gibi zorunlu ihtiyaçları ve kitap satın almak için odasından dışarı çıkıyor. Ben de kendime bu şekilde bir oda yapmaya çalışıyorum uzunca bir süredir. Ama bir kitap odasından ziyade vaktimin çoğunu geçirebileceğim bir odaya ihtiyacım var. Tabii ki çalışma koşullarım buna müsaade etmiyor, fakat ilerde bu hayalimi gerçekleştirmeyi planlıyorum.
Bir de Enis Batur’un Kitap Eviadlı romanını okuyunca bu tarz bir düşünceye kapılmıştım. Büyük bahçeli bir eve sahip olacaksın ve bahçede kendine ait bir kitap evi inşa edeceksin. Bilindik mimari kalıplardan uzak, okumaya elverişli, kitaplara ulaşım kolaylığına sahip bir kitap evi…
Yaklaşık on bin kitaplık bir kütüphane üzerinden bu kitap evini veya okuma odasını planlayabilirim. Dünya ve Türk edebiyatının en seçkin örnekleri, felsefe, tarih, mitoloji, sanat, din, bilim kitapları, ansiklopediler, başvuru kaynakları… Kısacası bugüne kadar yazılmış en önemli kitaplardan oluşan on bin kitaplık bir seçki… Aslında bu konuyla ilgili de uzunca bir süre önce başladığım fakat istediğim gibi tamamlayamadığım için henüz yayınlamadığım “İyi bir kitaplık nasıl olmalıdır?” başlıklı bir yazım da bana iyi bir yol gösterici olacaktır.
Hem bu yazıyı tamamlayıp yayınlamalıyım, hem de ilerde kurmayı planladığım kitap evi/okuma odası konusunda daha ciddi adımlar atmalıyım.

3ağustos’15gecesi edirne

Tuna BAŞAR


2 Ağustos 2015 Pazar

Kürşat Başar’ın Yaz’ı bitti. Kitap umduğumdan daha hızlı bir şekilde okuttu kendini. Daha önceki okumada alamadığım tadı fazlasıyla aldım bu kez. Kitabın tek eksiği son bölümüydü. Şimdi son bölümden bahsetmeyeyim ama daha farklı bir son olabilirdi. Bu kitap üzerine Okuma Defteri’ne detaylı bir yazı yazacağım.


Bir yandan da küçük İskender’in Cin Kontrol Noktası’na yoğunlaşmaya çalışıyorum. Kitap İskender’in her zamanki gibi tam olarak bir kalıba sokulamayacak metinlerinden oluşuyor. Deneme, özgün metin, kitap tanıtım yazısı şeklinde ilerliyor kitap. Her zamanki gibi yer yer tadına doyulmayacak cümleler de eşlik ediyor bizlere.


Bir yandan da Sözcükler Dergisi’nin Mayıs-Haziran 2015 tarihli 55. sayısını detaylı bir şekilde incelemeye başladım. Edebiyatçı Mektupları Özel Sayısı olarak yayınlanan derginin bu sayısına daha önce bir göz atmıştım ama gerek dergideki mektupları gerekse de mektup üzerine yazıları detaylı bir şekilde okumamıştım. Derginin bu sayısı hem yeni projem olan Dergiler için ilk yazı konusu olacak hem de Eylül’e Mektuplar projemde bana yol göstericilik yapacak.

Tuna BAŞAR 

19:00:00 , ,

2 Ağustos 2015
Pazar

Şöyle geriye dönüp baktığımda ne kadar da çok projeyi hayata geçiremediğimi üzülerek görüyorum. Oysa birçok fikir aklıma geliyor ama önemli olan bu fikirlerin bir süreklilik arz edebilmesi. Zaten o nedenle projelerimle ilgili kullandığım başlık Penguen Kolu/Kanadı değil mi? Hayata geçerse ne âlâ ama geçemezse de penguenin o kolla kanat arası uzvu gibi kalıyor.
En son ürettiğim projeye hâlâ isim bulamadım. Aklıma bir fikir kırıntısı düşüren şeyleri yazmak istiyorum. Aslında bunun için Kıvılcımlar başlığı uygun gibi geliyor ama henüz bu projeyi Karalama Defteri’nden keskin hatlarla ayırmayı başaramadığım için bu projeyi hayata geçiremiyorum. Tıpkı zamanında Alıştırmalar-Kısa Metinler ayrımında hata yaptığım gibi. Aslında Alıştırmalar genel hatlarıyla şiir üzerine yol aldı. Ama arada bir tane öykü-düzyazı metin de kendine alıştırmalar içinde yer buldu. Aslında o metin daha çok Kısa Metinler’e yakışırdı.
Bunlar bile bir başka hayata geçiremediğim projeyi gündeme getiriyor: Ukde. Bu arada kaldığım ayrımlar da birer ukde olarak yerini alıyor. Ukde konusunda aslında çok fazla yazılacak şey var. Bir başlayabilsem Ukde’ye devamı gelecektir.
Ama beni en çok üzen hayata geçiremediğim projelerin başında Çizilemeyen Portreler geliyor. Aslında Enis Batur, Ferit Edgüve Selçuk Altun üzerine birer portre denemesine girişmiştim ama devamını getiremediğim için bu proje de henüz hayata geçmedi.
Son zamanlara gelişen projelerden Öğrendiklerim, Dergiler, Bakış Açısı, Düşsel Müze ve Bir Kitabın İzleği başlıklı projelerim yakında hayat geçecek gibi görünüyor.
Bir de Çağrışımlar adlı bir projem vardı. Onunla ilgili de bayağı yazmıştım. Hayatımdaki önemli çağrışımları kaleme alacaktım. Yazarlar, kişiler, kitaplar, tarihler ve mekânlar gibi…
Eski yazdığım Penguen Kolu/Kanadı yazılarının içinde kalan da birçok proje var beni bekleyen. Bakalım önümüzdeki günler bu projeleri hayata geçirmeme imkân tanıyacak mı?

2ağustos’15gecesi edirne

Tuna BAŞAR


Bana Şans Dile

Çağan Irmak’ın Bana Şans Dile filmini izledim. Daha önce bu filmi izlememiş olmama gerçekten çok şaşırdım. Çağan Irmak sinemasını çok severim ve çektiği filmlerin birçoğunu da defalarca izlemişimdir. 2001 yılında çekilen bu filmi bunca yıl boyunca izlememek, en azından film hakkında bir fikir sahibi olmamak gerçekten şaşırtıcı. Film ülkemizde pek fazla rastlanmayan ama Avrupa ve Amerika’da çok sık haberini duyduğumuz okul içi şiddet konusunu işliyor. Kimsenin önemsemediği Bahadır isimli içine kapanık bir öğrencinin okula silahla gelmesi ve sınıf arkadaşlarıyla öğretmenini rehin alması üzerine kurulmuş film. Bu rehin alma sırasında dışarıda TV kanalları canlı yayın yaparken, Bahadır rehin aldığı kişilerin bugüne kadar unutamadıkları en utanç verici anılarını anlatmalarını ister. Bunu yapanların da ölümden kurtulacağını ve serbest kalacağını söyler. Böylece bireyin toplumla, özellikle de ailesiyle yaşadığı çatışma alanları ortaya çıkmaya başlar. İlk defa önemsenen bir kişi haline gelen Bahadır da gönül rahatlığıyla ölüme yürüyebilir.
Filmin ana konusu Gus van Sant’ın Fil’ini anımsatsa da Bana Şans Dile gibi bir filmin Türkiye’de çekilmiş olması daha o günlerde Türk sinemasının ayak sesleri olarak da algılanabilir. Üstelik Fil’den önce çekilerek bazı düşüncelerin Türk sinemasına daha önce geldiğinin de göstergesi. Çağan Irmak sineması adına güzel bir başlangıç olmuş Bana Şans Dile.

Tuna BAŞAR


projeler

Bir Kitabın İzleği

Son günlerde eski bir projem yeniden gündeme gelmeye başladı. Özellikle Enis Batur’un “İyi okur nasıl olmalıdır?” sorusuna verdiği yanıtı okuduktan sonra bu proje daha da yoğun bir şekilde kendini hissettirir oldu. İyi bir okur, diyor Enis Batur, bir kitabı okurken defalarca kalkıp başka kitaplara yol alandır. Bir kitabın çağrıştırdığı filmlere, resimlere, müziklere uzanandır. Komşusu 8-10 kitap okurken Shakespeare’nin bir oyunuyla aylar geçirendir iyi okur. İşte ben de Bir Kitabın İzleği başlığını uygun gördüğüm bu projede okuduğum bir kitabın bana açtığı yan yolları kaleme almaya çalışacağım. Bir kitabı okurken bana düşündürdükleri, başka yazarlara ve kitaplara yönlendirmeleri, aklıma düşen fikirleri, diğer sanat dallarına yaptığı göndermeleri, etkilendikleri ve etkilediklerini kaleme alacağım bu projede. Aslında yapmak istediğim şey bir kitabı okurken zihnimden geçenleri yazmak. Tabii ki tüm düşünceleri yazabilmek mümkün değil ama bir kitabın okura neler verdiğini bir nebze olsun listeleyebilmek benim için önemli. Özellikle deneme kitaplarının bu proje nedeniyle bana önemli bir yol göstericiliği olacaktır.
Aslında bu projeyle birlikte Bir Filmin İzleği ve Bir Şehrin İzleği projeleri de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Bu üç projeyi bir arada hayata geçirebilirsem çok önemli bir zamanı kayıt altına da almış olacağım. Kitaplar, filmler ve yaşadığım şehirlerin İzleğiyle sanatı daha da derinden hissedebileceğim.


Tuna BAŞAR

Tuna BAŞAR

{picture#https://scontent-ams3-1.xx.fbcdn.net/hphotos-xfp1/v/t1.0-9/1185406_677123368993345_252884960_n.jpg?oh=9ad34d2cff4696ac91a0aa8f387e38cd&oe=575127C3} 1985 yılında doğdum. İzmir Karşıyakalı'yım. 2004 yılının son çeyreğiyle birlikte başladığım yazı serüvenime Gece Edebiyat adlı blog sayfamda devam ediyorum. Yazılarım ve şiirlerim Ada (Samsun),Aykırı Sanat, Berfin Bahar, BH Sanat, Çalı, Genç Hayat, İzmir İzmir, Kaçak Yayın, Kar, Koridor, Kum, Kuşak, Kül Öykü, Lacivert Sanat, Mor Taka, Onaltıkırkbeş, Sunak, Taflan, Varlık, Virgül gibi dergilerde yayınlandı. {facebook#https://www.facebook.com/tunabasar} {twitter#https://www.twitter.com/tunabasar35} {google#https://plus.google.com/+TunaBasar} {pinterest#https://www.pinterest.com/tunabasar35} {youtube#https://www.youtube.com/c/TunaBasar} {instagram#https://www.instagram.com/tunabasar35}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.