2012

2016 Yılında İzlemeyi Planladığım Filmler 2016 Yılında Okumayı Planladığım Kitaplar Adalet Ağaoğlu Adam Yayınları Aforizma Ahmet Altan Ahmet Say Akbank Caz Festivali Aklımda Kalanlar Alberto Giacometti Alejandro González Iñárritu Alexandre Cabanel Alıntı Alıntıladıklarım Alıştırmalar Altın Koza Film Festivali Anatole France Antoloji Ara Güler Arkas Sanat Merkezi Aspendos Opera ve Bale Festivali Ataol Behramoğlu Ayfer Tunç Aziz Nesin Bach Berlin Film Festivali Beyoğlu Sahaf Festivali Bilge Karasu Bilgi Yayınevi Birhan Keskin Boticelli Botticelli Caddebostan Kültür Merkezi Can Yayınları Candan Erçetin Cemal Süreya Claude Monet Çağan Irmak Çevrimdışı İstanbul Dağlarca Şiir Ödülü Değinmeler Deneme Dergi Devlet Tiyatroları Diego Velázquez Dinlediklerim Düşbükeyler Edebiyat Edgar Degas Edirne Kitap Fuarı Edward Munch Eleştiri Elias Canetti Emin Alper Enis Batur Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi Erzurum Eylül'e Mektuplar F. Scott Fitzgerald Fazıl Hüsnü Dağlarca Felsefe Ferit Edgü Film Filmekimi Fotoblog G. Cabrera Infante Galeri Gece Gece Edebiyat Gezi Giorgione Goethe Goya Gustav Klimt Gülten Akın Gündemdekiler Günler Günlük Günlükler Günün Şarkısı Haber Halikarnas Balıkçısı Hayat Notları Heykel Hilmi Yavuz Italo Calvino İçebakan İdil Biret İstanbul Bienali İstanbul Kitap Fuarı İstanbul Kukla Festivali İstanbul Modern İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali İş Bankası Kültür Yayınları İş Sanat İzlediklerim İzlek İzmir Avrupa Caz Festivali İzmir Sanat James Joyce Jan van Eyck Jean Auguste Dominique Ingres Johannes Vermeer John William Waterhouse Karalama Defteri Kırıntılar Kırmızı Kedi Yayınevi Kısa Metinler Kim Ki-duk Kitap Kitap Eleştirileri Kurşun Kalem Dergisi küçük İskender Kültür-Sanat Kürşat Başar Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi Listelediklerim Luc Besson Malraux Man Booker Ödülü Manet Marc Chagall Marguerite Duras Marlon James Matisse Mektup Melih Cevdet Anday Memet Fuat Metin Uca Metis Yayınları Mırıldandıklarım Michelangelo Milan Kundera Murathan Mungan Mühür Dergisi Müzik Nâzım Hikmet Nobel Edebiyat Ödülü Not Defteri Notos Nuri Bilge Ceylan Nuri İyem Oğuz Atay Okuduklarım Okuma Defteri Okuma Günlüğü Okuma Şenliği Onat Kutlar Opera Opus Amadeus Oda Müziği Festivali Orhan Pamuk Oscar Ödülleri Ödül Öğrendiklerim Ömer Kavur Önerdiklerim Öneri Öykü Özdemir Asaf Özlü Söz Paul Cézanne Paul Klee Penguen Kolu/Kanadı Pera Müzesi Picasso Plan Proje Quentin Tarantino Refik Durbaş Rembrandt Remzi Kitabevi Resim Resim Defteri Roman Rota Sabancı Müzesi Sait Faik Abasıyanık Salâh Birsel Sanat Sayıklamalar Seçtiklerim Sel Yayıncılık Selçuk Altun Selim İleri Sempozyum Seyir Defteri Sezen Aksu Sıla Sinema Söyleşi Sözcükler Sözünü Sakınmadan Stanley Kubrick Stefan Zweig Süreyya Operası Svetlana Aleksiyeviç Şiir Şiir Düşü Şiirler Tiyatro Tiziano Vecellio Tomris Uyar Ukde Van Gogh Varlık Dergisi Venedik Film Festivali Venüs Veysel Çolak Videolar Viktor Hugo William-Adolphe Bouguereau Yaşar Kemal Yavuz Turgul Yazar Yazı Masası Yazılar Yekta Kopan YKY Yön Yayınları Yusuf Atılgan Yücel Müştekin Zeki Demirkubuz

18:07:00 , ,

19 Ekim 2012
Cuma

İstediğim hızı da ritmi de bir türlü yakalayamıyorum; ne okurken, ne de yazarken… Bazen yoğun okuma dönemlerinde az yazıyorum, bazen yoğun bir şekilde yazıya yönelirken az okuyorum, bazen de hemen hemen hiç okuyup yazamaz duruma geliyorum, fakat nedense hiçbir zaman uzunca bir süre yoğun bir şekilde okumaya zaman ayırırken aynı yoğunlukta da yazamıyorum. Hep hayal ettiğim halde bir türlü bunu başaramıyorum. Bunun tek bir sebebi olabilir, o da hedef belirlerken yapabileceğim şekilde bir rota çizememiş olmam. Demek ki ben ya yazmaya vakit ayıracağım ya da okumaya. İkisini bir arada istediğim düzeyde yürütemediğime göre böyle bir karar almalıyım sanırım.
Zaten hayatımın her döneminde iki işi aynı anda aynı verimlilikle yapmayı hiç başaramadım. Hatta aynı anda iki işi yapmaya çalıştığım her durumda yapmaya çalıştığım iki işten de bir şey anlamadım, bir tat alamadım. Öğrenim hayatım boyunca da bunun sıkıntısını çok yaşadım. Ne zaman aldığım eğitim dışında bir ilgi alanına yönelsem eğitimim sekteye uğradı.  O nedenle zaten lise hayatım boyunca ders çalışmayı tercih ettim. Eğer o dönemde başka bir alana yönelseydim, büyük ihtimalle, tıp fakültesini kazanamazdım. Tıp eğitimi sırasında da aynı şeyi yaşadım. Tüm enerjimi edebiyata vermeye çalışırken okulumu uzattığımı üzülerek fark ettim. Demek ki benim tek bir alanda yoğunlaşmam ve çoklu beklentilerden kaçınmam gerekiyor. Yoğun okumalarla yoğun yazma dönemlerini aynı zaman dilimine sıkıştırıp ikisinden de keyif alamamaktansa bunları arka arkaya yapmayı denemekte büyük fayda var.

on9ekim’12gecesi

Tuna BAŞAR

00:55:00 , ,

14 Ekim 2012
Pazar

Uyumsuzluk…
İki insanın uyumsuz olması nasıl bir şeydir tam olarak? Birbirini tamamlayamamaları mı, yoksa birbirinin aynısı olmamaları mı? İki insanın birbirini tamamlaması o iki insanın farklı olmaları anlamına gelir. Farklı özelliklere sahip iki insan ancak birbirini tamamlayabilir. Farklı özelliklere sahip iki insan mıdır uyumlu olan? Birbirine çok benzeyen, aynı özelliklere sahip olan iki insan da aynılıklarının verdiği tahammülsüzlük katsayısının yüksekliği nedeniyle uyumsuzluk yaşamazlar mı? Nedir peki uyumlu iki insanın tanımı? Bence hayata aynı pencereden bakıp, görüntü karşısında birbirlerinin göremedikleri noktaya odaklanırken geniş perspektifte aynı görüntüyü görebilen ve aynı kokuyu, sesi, rengi hissedebilen insanlardır uyumlu insanlar. Yani bir noktada benzer özelliklere sahipken, bir noktada birbirini tamamlayan, dolayısıyla farklı özelliklere sahip, ama her hâlükârda aynı frekansta yaşayan insanlardır uyumlu insanlar.
Bugüne kadar kendimle uyumlu bir insan tanımamış olmam bu tanımın doğruluğunu biraz olsun açıklıyor sanırım. Bana çok benzer insanlar da tanıdım, benden çok farklı insanlar da… Ama tanıdığım onca insana rağmen bugüne kadar hiç kimse için “işte bu insan benimle uyumlu insandır!” diyemedim. Her tanıdığım insanda uyumsuz bir nokta gözüme battı. Uyumsuzluk düşüncesi gece’yle birlikte uykusuzluk durumunu da getirdi bana.

Tuna BAŞAR

on4ekim’12gecesi

03:34:00
2. Gün

Bazen tüm gün düşünüp, planlayıp öyle yazmaya başlıyorum. Bazen de aklımda hiçbir şey yokken, yazacak hiçbir şeyim olmadığını düşünüyorken bembeyaz kâğıdı önüme çekip kalemimin yönlendirmesiyle yazıyorum.
Yazmak belli bir düzenle, belli bir planla olmuyor çoğu zaman bende. Ama mutlaka yazacak bir şeyler geliyor beyaz kâğıdın karşısına geçince. İyi şeyler mi, kaliteli şeyler mi yazdıklarım, bilmiyorum ama beni tek ilgilendiren yazma eylemi.
Kendim için yazıyorum ben.  Kendi hayatımı kayıt altına alma isteği beni yazmaya iten. İlerde bir gün geçmişi hatırlatması için, zihnimden nelerin geçtiğini bana göstermesi için var defterlerim. O nedenle iyi yazmışım, kötü yazmışım umurumda bile değil. Yazdıklarımla hayatımı kazanmıyorum sonuçta.

Tuna BAŞAR

19:12:00
1. Gün

Günler birbiri ardına devrilirken zamansız, mekânsız bir günlük projesiyle günlerden geriye kalanları toplama zamanı geldi. Kaçıp gidenlerin pişmanlığını yaşarken gelecek günlerin kayıtlarını eksiksiz tutmalıyım. İlerde geriye dönüp baktığımda zamanını sadece benim bileceğim günlüklerin hayatıma büyük bir ışık tutacağının farkındayım. Okurken, izlerken, görürken ve dinlerken geçen keyifli zamanların izleri olmalı aslında geride kalan tortu. Bazen bir anın, bazen bütün bir günün, bazen bir resmin, bazen bir dizenin, bazen bir film karesinin, bazen de sadece zihnimden geçip giden bir düşünce kırıntısının izleğini beyaz kâğıda dökmeliyim. Eminim ki ilerde bir gün bu izlek beni bir bütüne ulaştıracaktır.

Tuna BAŞAR

00:06:00 , ,

9 Ekim 2012
Salı

Uzun zaman önce aklıma düşmüş bir projeydi Çağrışımlar. Öncesinde bu projeye hangi ismi uygun göreceğimi bilememiştim. Sadece ne yazacağımı, neyi nasıl anlatmaya çalışacağımı biliyordum. Üzerinden bayağı bir zaman geçtikten sonra ismi kendiliğinden geliverdi.
Bunca zamandır hayatımı derinden etkileyen şeyler hakkında zihnimde kalan izdüşümlerdi yazmak istediğim. Bazen bir kitaptı bu, bazen bir roman kahramanı, bazen özel bir tarihi çağrıştıran bir rakamdı, bazen de hiç tanınmayan sıradan bir kişilik… Öyle ya da böyle hayatımda etkisi kalmış bir çağrışımdı yazacaklarım. Hatta bir ara bir kısmını yazmıştım bile. Ahmet Ümit’in romancılığı ve Patasana, Tüm Ders Notları, 19, Serap Hoca gibi başlıklarla anlatmaya çalışmıştım bir kısmını. Şimdi yeniden dönüyorum bu projeye. Yeniden gözden geçireceğim daha önce yazdıklarımı ve hayatımda etkisi olan şeyleri yazmaya devam edeceğim. Çağrışımlar’a en kısa zamanda başlayacağım.

Tuna BAŞAR

9ekim’12gecesi

01:02:00 4 , ,

8 Ekim 2012
Pazartesi

Uzun zamandır edebiyata çok fazla zaman ayıramıyordum. Gerek iş yoğunluğu gerekse de hayatımdaki bazı olumsuzluklar beni edebiyattan uzaklaştırmıştı. Ama bugün bu duruma bir son vermem gerektiğini fark ettim ve birçok şeyi bir kenara itip tüm vaktimi edebiyata ayırdım. Bol bol okudum ve yazdım. Birden fazla kitabı aynı anda okuma sevdama geri döndüm. Bir yandan Enis Batur’un Yazboz’unu, bir yandan Vüs’at O. Bener’in Dost~Yaşamasız’ını, bir yandan Özdemir Asaf’ın Çiçek Senfonisi’ni ve bir yandan da Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ını okudum. Birden fazla kitabı aynı anda okumanın verdiği hazzı derinden yaşadım. Özellikle Yazboz sayesinde zihnime birçok düşünce üşüştü. Özdemir Asaf’ın kendine özgü tarzıyla yazdığı, kimi zaman kısa, kimi zaman uzun, şiirleri sayesinde kendimi bambaşka dünyalarda buldum. Kitap okumanın en keyifli yanı da bu olsa gerek; bulunduğun yerden çok faklı yerlere gidiyorsun ve çevrendeki birçok sıkıntıyı unutuyorsun.
Aynı zamanda projelerime de fazlasıyla yoğunlaştım. Yazı Masası’nı düzenledim, Rota’mı çizdim, Not Defteri’mi tuttum, Günlükler’ime çeki düzen verdim, Aklımda Kalanlar’ı temize çektim ve Gece’me kavuştum. Her gün bu ritmi yakalarsam istediğim verimlilik seviyesine en kısa zamanda ulaşacağımdan eminim.
Kısa bir süre önce mutlaka okunması gereken 200 kitabı belirlemiştim. Bu listeyi oluştururken 200 farklı yazardan 200 kitap seçmeyi uygun görmüştüm. Şimdi sıra filmlere ve resimlere geldi. Aynı şekilde 200 farklı yönetmenden 200 film seçeceğim ve sırayla her birini izleyeceğim. 200 farklı ressamdan seçeceğim 200 resim içinse resimlerin bulunduğu müzeleri de belirleyeceğim ve her bir resmi görmek için müzeleri tek tek gezeceğim. Bu nedenle önceliği Türk ressamlara vermeyi düşünüyorum. Resimlerle ilgili projem, sanırım ömür boyu tamamlamak için uğraşacağım bir proje olacak. Dünyanın birçok farklı ülkesindeki müzeleri gezmek öyle kısa zamanda başarılabilecek bir şey değil. Ama bu üç projeyi de bitirdiğimde tam anlamıyla bir sanat adamı olacağımı düşünüyorum. Sonraki projem ise 200 farklı müzisyenden 200 önemli besteyi belirlemek olacak. En kısa zamanda bu listeleri blog sayfamda paylaşacağım.
Gece’nin sonunu da kitaplarla geçirmekte fayda var.

Tuna BAŞAR

8ekim’12 gecesi

22:34:00 , ,

planladıklarım

1. Çizilemeyen Portreler başlıklı projemi Enis Batur’la başlatmalıyım. En kısa zamanda Enis Batur üzerine bir portre denemesi yazmaya çalışmalıyım ama önce Enis Batur’un Kurşunkalem Portrelerkitabına geri dönmeliyim.
2. Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi serisinin son kitabı olan Çıplak Deniz Çıplak Ada’yı bir an önce okumalıyım. Sonra da Bir Ada Hikayesi için Okuma Defteri’me bir yazı yazmalıyım.
3. Sinema tarihinin en önemli 200 filmini belirlemeliyim ve en kısa zamanda bu filmleri birer birer izlemeliyim. Seyir Defteri’me bu filmler hakkında notlar düşmeliyim.
4. Mutlaka görülmesi gereken 200 resmi belirlemeliyim. Türk ve dünya resminin seçkin örneklerini seçip her bir resmi çıplak gözle görmeliyim.
5. Fazıl Say’ın Uçak Notları ve Ahmet Say’ın Müzik Ansiklopedisi adlı kitaplarını bir an önce edinmeliyim.

Tuna BAŞAR

23:52:00 2
Evvelotel - Ayfer Tunç


Uzun zamandır okumayı istediğim kitapların en başında geliyordu Evvelotel. Yaşayan öykücüler içinde en önemlilerinden biridir Ayfer Tunç benim için. Daha önce Aziz Bey Hadisesi, Taş-Kâğıt-Makasve Mağara Arkadaşları isimli öykü kitaplarında kullandığı dil, öyküleme tekniği ve yer yer başvurduğu deneysellik beni çok etkilemişti. İlk kitabı olan Saklı’yı bulup okuyamamıştım, fakat Evvelotelbu ilk kitaptaki öykülerden yola çıkarak yazılmış 9 adet öyküden oluşuyor ve kitabın ikinci bölümünü Saklı oluşturuyor.
Yine deneysel bir çalışma ortaya koymuş Ayfer Tunç. Daha önce Kapak Kızı adlı romanını yeniden yazmayı denemişti. Hatta Yeşil Peri Gecesi’ni yine bu Kapak Kızı’ndan yola çıkarak kurgulamıştı. Taş-Kâğıt-Makas adlı kitabının en önemli öyküsü olan Suzan Defter de Evvelotel’deki öykülere benzer şekilde yazılmıştı. Hatta şimdi Suzan Defter, Taş-Kâğıt-Makas’tan bağımsız olarak kitap halinde yayınlandı.
Kitabı elime alınca önce Evvelotel başlıklı birinci bölümdeki öyküyü okumayı, sonra da Saklı adlı ikinci bölümdeki öyküyü okumayı tercih ettim. Yani önce yeni yazılmış olanı, sonra da eski öyküyü okudum. Bu sayede yıllar sonra yazılan öykünün etkisiyle yıllar önceye dönmeye çalıştım. Bu kurgu tarzını Zeki Demirkubuz da sinemada denemişti. Önce Masumiyet’i çekmiş, yıllar sonra da bu filmin öyküsünü oluşturan geçmişi Kader adıyla çekmişti. Ayfer Tunç da eskiden yazdığı öykülerin belli bölümlerini cımbızla seçerek yepyeni öyküler yaratmış. Bunu yaparken de öykünün eski haline olabildiğince sadık kalmaya çalışmış. Ancak bu öykülerin Saklı’nın devamı olmadığını da belirtme ihtiyacı hissetmiş. Yazılan öykülerin yayınlandıktan sonra yazarın zihninde hâlâ kurgulanmaya devam ettiğinin bir göstergesi olarak Evvelotel ortaya konulmuş.
Ayfer Tunç öykücülüğünü yakından tanımak, ilk yazdıklarıyla günümüzde yazdıkları arasındaki farkı görebilmek ve büyük bir öykücünün kaleminin gücünü hissedebilmek için okunması gereken bir kitap Evvelotel.

Tuna BAŞAR

12:47:00 , ,

10 Eylül 2012
Pazartesi

Artık kendime bir çeki düzen verip edebiyata daha fazla zaman ayırmam gerekiyor. Daha fazla okumam ve yazmam gerekiyor. Özellikle projelerime ağırlık verip daha verimli bir şekilde yazı serüvenimi devam ettirmem gerekiyor.
Bir süre önce mutlaka okunması gereken 200 yazardan 200 kitabı belirlemiştim ve onları okumaya başladım. İlk kitap Milan Kundera’nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ydi. Ardından Oscar Wilde’nin Dorian Gray’in Portresi geldi. Sonra Nâzım’ın şiirlerine yoğunlaştım. Şuan elimde Nabokov’un Lolita’sı var. Sırayla her bir kitabı okuyup üzerine düşüncelerimi kaleme almalıyım, fakat okuduğum üç kitap hakkında da henüz hiçbir şey yazamadım. Ve her geçen gün yazmayı planladığım, fakat yazamadığım şeyler birikmeye başladı. Aslında bu da yepyeni bir projeye yönlendirmek üzere beni: Yazamadıklarım. Yazmayı düşünüp de yazamadıklarımdan bahsedeceğim bir proje olacak bu. Şöyle geriye dönüp baktığımda neler neler var yazmak isteyip de yazamadığım. Kitaplar, filmler, gördüğüm şehirler, gezdiğim müzeler, resimler, içimde kalan ukdeler, planlayıp da yapamadığım projeler… Hepsinden kısa kısa bahsedeceğim bir proje olacak Yazamadıklarım. En kısa zamanda başlayacağım bu projeye.
Bir yandan da farklı düşünceler zihnimi kemirmeye devam ediyor. İnsan her geçen gün yepyeni şeyler öğreniyor. Okuduklarından, izlediklerinden, gördüklerinden, insanlarla konuştuklarından… Bunları da Öğrendiklerim başlığı altında yazacağım. Her öğrendiğim yeni bilgi için kaynak da belirtip, insanların da o bilgiye kolay ulaşmasını sağlamaya çalışacağım.
Ve tabii ki geçmişte planladığım, fakat bir türlü başlayıp bir hıza ulaştıramadığım projeler de var: Çizilemeyen Portreler, Ukde, Çağrışımlar
Eğer istediğim gibi bir okuma ve yazma hızına ulaşabilirsem bütün projelerimi tam anlamıyla, istediğim şekilde hayata geçireceğimi ve belli bir ritme ulaştıracağımı düşünüyorum.
Ama öncelik okumanın. Gece beni okumaya davet ediyor.

Tuna BAŞAR

10eylül’12gecesi

03:22:00 , ,

18 Haziran 2012
Pazartesi

Bazen çok yoğun okuma dönemlerinin içine girer insan. Her anını okuyarak geçirmek ister ve böyle dönemlerde elinin altında birden fazla kitap olur. Tıpkı benim şuan yaptığım gibi. Üç kitabı aynı anda okumaya çalışıyorum: Enis BaturTilki”, Cemal SüreyaÜstü Kalsın” ve Ayfer TunçEvvelotel”.
Bir yandan Enis Batur’un fotoğraf eksenli denemelerini okuyup Cemal Süreya şiirlerinden bir seçkinin içinde şiirin ritmine eşlik ediyorum, bir yandan da Ayfer Tunç’un çift katmanlı öyküleri arasında kendimi öykünün kollarına bırakıyorum.
Aslında bu durumu çok seviyorum. Sanki zihnim de bu sayede çok daha yoğun bir şekilde çalışıyormuş hissine kapılıyorum. Hatta bu üç kitabın yanına iki kitap daha ekleyip aynı anda beş farklı kitabı okumayı da tasarlıyorum. Borges’in Atlas’ını ve Leylâ Erbil’in Cüce’sini de en kısa zamanda okumaya başlayacağım.
Bu tür zamanlarda yazmaktan çok daha fazla keyif veren bir durum okumak. Çoklu okumalar diyebileceğimiz bu durum okura edebiyat denen büyüyü daha iyi bir şekilde hissettiriyor.

Tuna BAŞAR

on8haziran’12gecesi

02:55:00 , ,

16 Haziran 2012
Cumartesi

İlkay Akkaya’nın sesiyle geçirdim tüm geceyi. Yıllar önce bir arkadaşımın önerisiyle hayatıma girmişti bu ses. Önce Gidemem, Bir Şehri Özlemek, Ah Sensiz, Ayrılık Şarkısı, Lele, İzmir Ağlıyor şarkılarıyla hayranlığımı kazanmıştı. Sonrasında söylediği tüm şarkıları dinledim ve sesinin büyüsüne kapıldım. Biri Afyonkarahisar’da biri de Tatvan’da olmak üzere iki kere de canlı dinleme şansına ulaştım. Ne zaman kendimi yalnız hissetsem veya ne zaman hüzünlensem hemen onun sesine sığınır oldum. Genelde ayrılık durumlarında daha da artar etkileyiciliği. Dostlarımdan, sevdiğimden, ailemden, yaşadığım bir şehirden ayrıldığımda hemen dilime bir İlkay şarkısı dolanır. Kendi kendime mırıldanıp dururum şarkılarını saatlerce.
Şimdi yine bir ayrılık dönemindeyim. Bu sefer giden ben değilim, en yakın arkadaşlarımdan biri. Nerdeyse iki yıldır aynı evi paylaştığım meslektaşım… Bu küçücük yerde onunla birçok şeyi paylaşmıştık. Kimi zaman dertleşmiştik, kimi zaman sıkıntılara birlikte göğüs germiştik. Kimi zaman kahkahalarla gülmüştük bir olay karşısında, kimi zaman da yaşananlara beraber sert tepkiler vermiştik. Kimi zaman şiddetli tartışmalarımız olmuştu, kimi zaman da aynı düşüncede birleşip birbirimizi desteklemiştik. Birbirimize alışmıştık kısaca. Şimdi böyle bir arkadaşı yolcu etmenin arifesinde bir hüzün çöreklendi ruhuma. Sanki burada tek başıma kalmışım hissine kapılıverdim birden. Ne diyor İlkay, Acının Rengi’nde:

            Gitmeler bir tek bizi eksiltir
            Ve inancı
            Güzellik hiç durmadan uzaklaşır
            Gökyüzü kararır

            …

            Sonra reyhan rengi bir acı kalır
            Dostluklardan sevgilerden geriye
            Yalnızlık kalır

Tuna BAŞAR

on6haziran’12gecesi

21:21:00 2
• Son zamanlarda kaçırdığım için en fazla üzüntü duyduğum sanat etkinliği İstanbul Modern’in bahçesinde gerçekleştirilen “Sözünü Sakınmadan” söyleşileri. Enis Batur, küçük İskender, Murathan Mungan, Ayfer Tunç, Füruzan ve Latife Tekin gibi önemli edebiyatçılarla yapılan söyleşileri canlı dinlemek isterdim. Şimdi de bu söyleşilerin konuğu Selim İleri’ymiş. İstanbul’da olup en azından bu söyleşiye katılmak isterdim. Böyle bir fırsatım olmasa da bu söyleşilerin videolarının Sabit Fikir’de yer aldığını görmek beni çok sevindirdi. Bir an önce bu videoları izlemeliyim.


• Bir de NTV’nin sitesinden N5 ve Çalışma Odam videolarını izlemeyi çok seviyorum.
N5’te yazarlar, müzisyenler, sinemacılar kendileri açısından önemli olan 5 şeyi anlatıyorlar. Çalışma Odam’da ise Fazıl Say’dan Yekta Kopan’a, Pınar Kür’den Mehmet Güleryüz’e birçok sanatçının çalışma odasına konuk oluyoruz.


Enis Batur’un “Paris, ecekent” kitabını çok uzun zamandır arıyordum. YKY’deki baskısı tükendikten sonra yeni baskısı hiçbir yayınevinden çıkmamıştı yıllardır. Ne kitabevlerinde ne de sahaflarda rasgeldim bu kitaba. Bir kere İzmir’deki bir kitabevinde gelen okurların okuması, sayfalarını karıştırması için bir masanın üzerine karşılaştım kitapla. Kitabevi sahibiyle konuşup “bu kitabı uzun zamandır arıyorum, eğer satarsanız almak istiyorum!” dememe rağmen kitabı bana satmamıştı. Tam kitabı ancak İstanbul’daki sahaflarda bulabilirim diye düşünmeye başlamışken Remzi Kitabevi’nden çıkan yeni baskısıyla karşılaştım. Yıllardır hasret çektiğim bir dostuma kavuşmuş gibi mutlu oldum. Kitabı hemen edinip okumaya başladım. Kitap eşliğinde Paris’i gezmeyi planlayarak…


• Yıllar önce Kim Ki-Duk’un Yay filmini bir sinemada tek başıma izlemiştim. Bir daha hayatım boyunca bir filmi bir sinema salonunda yalnız izlemem, diye düşünürken bu düşüncemin yanlış olduğunu yaşayarak fark ettim. Yalnız başıma bir sinemada izlediğim filmler arasına Raşit Çelikezer’in Can’ı da katıldı.

• İzmir’de en sevdiğim yerlerden biri İzmir Sanat’tır. İzmir’e her yolum düştüğünde mutlaka uğrarım İzmir Sanat’a. Ya bir resim sergisi denk gelir, ya bir konser, ya da bir tiyatro oyunu… Bazen de sinema günlerine denk gelirim. İzmir Sanat’ın bahçesinin ve bahçede yer alan kafenin de ayrı bir yeri vardır benim için. Nâzım Hikmetheykelinin ışığında kısmi bir doğal ortam vardır o bahçede. Ağaçlar, rengârenk çiçekler, sevimli köpekler ve kediler, kuş sesleri… Özellikle İzmir Sanat Kafe’de oturup kitap okumayı çok severim. Günün her vakti sessiz ve sakin bir yerdir ve kitap okuyup yazı yazmak için ideal yerlerden biridir.

• Hayatımın birçok döneminde “aitsizlik” hissine kapıldığım oldu. Özellikle son on yıldır yaşadığım her şehre ait olmadığımı hissedip durdum. Ne kadar alışmış olsam da, ne kadar sevmiş olsam da hiçbir zaman hiçbir şehre İzmir’de yaşadığım aitlik hissini taşıyamadım. Benim bugüne kadar aitsizlik hissini tek yaşamadığım şehir İzmir’dir.


• Son dönem Türk sinemasında en favori aktör adayım Nejat İşler’dir. Her filmini sırf o oynuyor diye izlerim ama her rolü Nejat İşler’e yakıştıramıyorum. Benim için en iyi Nejat İşler rolleri şunlardır: Behzat Ç.’deki Ercüment Çözer, Kaybedenler Kulübü’ndeki Kaan Çaydamlı, Barda’daki Selim, Mustafa Hakkında Her Şey’deki Fikret ve Aliye’deki Dr. Deniz’dir.

Tuna BAŞAR

01:41:00 , ,

10 Haziran 2012
Pazar

Çağan Irmak’ın Dedemin İnsanları filminin etkisiyle girdim geceye. Çağan Irmak, Mustafa Hakkında Her Şey filmiyle dikkatimi çekmiş, Babam ve Oğlum, Issız Adam, Karanlıktakiler ve Prensesin Uykusu filmleriyle benim için önemli yönetmenler arasına girmeyi başarmıştı. Aynı zamanda İzmirli olmasıyla da ayrı bir sempatim vardır kendisine.
Dedemin İnsanlarıişte bu İzmirli olma üzerine yazılmış bir senaryo. Özellikle göçmenlik meselesi üzerinden Türkiye’nin üç farklı dönemine dikkatleri çekmeye çalışıyor.
Göçmenlik konusu bir süredir benim de aklımı kurcalayan bir konuydu. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım boyunca İzmir’de birçok göçmeni yakından tanıma şansım oldu. Bulgaristan, Yugoslavya, Makedonya ve Yunanistan göçmeni Türkler’le hep bir arada yaşadım. En yakın arkadaşlarım oldular, kan kardeşim oldular, abilerim oldular, aşık olduğum kişiler oldular. Yıllarca bir arada yaşayıp onların kültürlerine, kendi aralarında konuştukları -bizim göçmence dediğimiz- dillerine, göçtükleri ülkelerde kalan anılarına, yemeklerine, bu ülkeye olan bağlılıklarına hep aşina yaşadım.
Hâlâ nerde bir göçmen görsem kendime yakın bir insanı görmenin mutluluğunu yaşarım. Konuşmalarında göçmen olduklarını belli eden şiveleri karşısında uzun süredir görmediğim bir dostumu görmüş gibi mutlu olurum.
Ama bir süredir bazı göçmenler beni istemez oldular. Onlar gibi göçmen olmadığım için, dedelerim yüzyıllarca Anadolu topraklarında yaşadığı için, dini inancım ve ırkım onlardan farklı olmadığı halde beni yanlarında istemeyen göçmenleri gördükçe üzülüyorum. Kendilerini ayrı bir topluluk içine sokarak, “biz göçmenler ve diğerleri” gibi saçma bir sınıflama kompleksi içine girerek, kendilerini diğer insanlardan üstün görmeye yeltenen insanlar karşısında yıllarca dostça yaşadığım insanların önemini yeniden fark ediyorum. Yoksa bu da mı siyasi bir bölme yöntemi. Nasıl Kürtlere bu tarz bir imtiyaz tanınmaya başlandıysa son yıllarda, diğer farklı kültüre sahip insanların arasına da böyle bir fitne sokularak kendi benliklerini yaratma dürtüsü mü veriliyor? Nasıl doğuda oy uğruna Kürtler ve Türkler ayrımı yapılarak belli siyasi düşünceler oy topluyorsa, şimdi de İzmir ve çevresindeki insanların oylarını kazanmak için “Göçmenler ve Türkler” ayrımı mı yapılmaya çalışılıyor? Yıllarca bir arada huzurlu yaşamış insanlar kendi aralarında farklılaştırılarak kopmalara mı sebebiyet veriliyor?

10haziran’12gecesi

Tuna BAŞAR

Tuna BAŞAR

{picture#https://scontent-ams3-1.xx.fbcdn.net/hphotos-xfp1/v/t1.0-9/1185406_677123368993345_252884960_n.jpg?oh=9ad34d2cff4696ac91a0aa8f387e38cd&oe=575127C3} 1985 yılında doğdum. İzmir Karşıyakalı'yım. 2004 yılının son çeyreğiyle birlikte başladığım yazı serüvenime Gece Edebiyat adlı blog sayfamda devam ediyorum. Yazılarım ve şiirlerim Ada (Samsun),Aykırı Sanat, Berfin Bahar, BH Sanat, Çalı, Genç Hayat, İzmir İzmir, Kaçak Yayın, Kar, Koridor, Kum, Kuşak, Kül Öykü, Lacivert Sanat, Mor Taka, Onaltıkırkbeş, Sunak, Taflan, Varlık, Virgül gibi dergilerde yayınlandı. {facebook#https://www.facebook.com/tunabasar} {twitter#https://www.twitter.com/tunabasar35} {google#https://plus.google.com/+TunaBasar} {pinterest#https://www.pinterest.com/tunabasar35} {youtube#https://www.youtube.com/c/TunaBasar} {instagram#https://www.instagram.com/tunabasar35}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.