Özellikle şiir konusunda dünyada farklı farklı akımlar ve yayınlanan manifestolar nedeniyle değişik şiir anlayışları mevcuttur. Ülkemizde Halk Edebiyatı’yla başlayan şiir anlayışı Divan Şiiriyle saraya yönelmiştir, Fecr-i Ati dönemiyle saraydan uzaklaşan şiir anlayışı Mehmet Akif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek gibi Divan Edebiyatı-Nesir-Şiir üçgeninde değişime uğramıştır. Başta Nâzım Hikmet’in Mayakovski etkisiyle getirdiği yenilikle ve toplumcu-gerçekçi bir anlayışla büyük bir değişim göstermiştir. O dönemde ortaya çıkan Garip Akımı da başka bir yol açmıştır Türk şiirinde. Özellikle Garip Akımına karşı gelen İkinci Yeni sayesinde de önceliği şiir olan bir şiir yazılmaya başlanmıştır. Tabii bunlar şiirimizdeki ana değişimlerdir. Arada ufak tefek farklılıklar getiren akımlar da olmuştur, fakat bunlar çok kalıcı etkiler oluşturmamışlardır.
Burada benim açımdan asıl önemli olan bu kadar farklılık yaşanan Türk şiirinde bir okur hem Divan şiirini hem Nâzım Hikmet’i, hem Garip şairlerini, hem de bu akıma karşı gelişen İkinci Yeni şiirini sevebilir mi? Hem toplumcu-gerçekçi şairleri keyifle okurken, hem de İlhan Berk’i, Cemal Süreya’yı, Turgut Uyar’ı, Ece Ayhan’ı beğenebilir mi?
Bana kalırsa elbette farklı anlayışlara sahip şairleri bir okur keyifle okuyabilir, o farklı anlayışlarda şiir yazan şairleri sevebilir.
Sonuçta şiir bir sanat dalıdır ve sanat hep geçmişini yıkarak gelişir. Sanat bir devrimdir ve hep yenilikler getirmek durumundadır. Bu da her üretilen sanat eseri öncekileri yıkmıştır anlamına gelir. Bazı insanların şairler konusunda söylediği gibi “ya onu seversin, ya da ötekini, yoksa çelişki olur!” anlayışı bana çok yanlış gelmektedir. Birbirinden çok farklı anlayışlara sahip şairlerden Nâzım Hikmet’i de, Necip Fazıl’ı da, Cemal Süreya’yı da, Attilâ İlhan’ı da, Hilmi Yavuz’u da, küçük İskender’i de aynı anda sevebilir bir okur ve bu çok da doğal bir durumdur. Hatta hatta böyle bir durum iyi şiir okuru olmanın da çok önemli bir göstergesidir.
Tuna BAŞAR
Yorum Gönder